Kaşık bükme (paranormal yollarla ve fiziksel güç kullanmaksızın)

Kaşık bükme paranormal yollarla ve fiziksel güç kullanmaksızın veya normal koşullarda gereken fiziksel gücü kullanmaksızın nesnelerde deformasyon oluşturabilmeyi iddia eden inanca verilen genel addır.

Telekinezi/Psikokinezi
Kaşık veya diğer metallerde deformasyon oluşturma telekinezi veya psikokinezi de denilen herhangi bir cismi uzaktan hareket ettirme veya çok az uygulanan bir temas gücüyle etkileme iddiasına verilen addır. Bu fenomenle ilgilenen parapsikologlar ve amatör ilgililer tarihte geçtiğine inanılan olağanüstü öyküler veya mucizelerin bir telekinezi biçimi olduğuna inanmaktadırlar. Ancak fenomene "Telekinesis" adının verilmesi çok yeni bir tarihe rastlar. Tabir Alman-Rus psişik araştırmacı Alexander N. Aksakof tarafından 1890'da kullanılmıştır. Psikokinesis tabiri ise 1914 yılında Amerikalı yazar ve yayımcı Henry Holt tarafından "On the Cosmic Relations" adlı eserinde geçmiş ve Amerikalı ünlü parapsikolog J.B.Rhine tarafından da benzeri fenomenleri tanımlamakta kullanılmıştır.

Batı'da Ünlü Telekinetikler
Metalleri hareket ettirdiğini iddia eden ünlü ilk batılı telekinetik Polonya doğumlu Stanislawa Tomczyk'dır. Stanislawa hipnotik haldeyken bazı küçük objeleri havaya kaldırdığını iddia ediyordu. (levitasyon). Stanislawa, 1910'da Varşova'da Fizik laboratuarında bir grup bilim adamının gözetimi altında telekinetik yeteneklerini sergilemiştir.

Bir diğer ünlü telekinetik Rus Nina Kulagina'dır. Kulagina filme de alınan gösterilerinde metal çubuklar, kibrit çöplerini dokunmaksızın hareket ettirebilmekteydi. James Randi ve diğer eleştirenler bunları herhangi bir ilüzyonist tarafından gerçekleştirilebilecek numaralar olduğunu ve Kulagina hazırlıksız iken test edilmesine izin verilmemesini bunu destekliğini söyler.

1970'li yıllarda bu tip olayları yapabildiğini iddia eden bazı insanlar ortaya çıkmıştı. En ünlüleri arasında Uri Geller de bulunan bu kişiler televizyon şovlarında ve bilim adamlarının laboratuvarlarında bu tip yeteneklerini sergilediler ve paranormal yeteneklere dahil bir kanıt gözlemlenemediği gibi sadece el çabukluğu olduğu kanıtlanmıştır.

Bazı bilim adamları ve James Randi gibi ünlü ve profesyonel bazı illüzyonistler bu tip yeteneklerin gerçekte bir hile ve el çabukluğundan başka bir şey olmadığını öne sürmüşlerdir. Randi ayrıca pek çok hileli yolun olduğunu iddia ettiği kaşık bükme gösterilerinin hemen hemen hepsini gerçekleştirmiştir.

2001 yılının Nisan ayında Arizona Üniversitesi psikoloji profesörü Gary Schwartz'ın yönetimi altında 60 kadar öğrenci zihin güçlerini kullanarak çatal ve karışları bükmeleri istenmiş ve denemelerde çeşitli derecelerde başarı sağlanmıştır. Deney yöntemini ve deneklerin manipüle edilmesi gibi bilimsel yönteme uymayan,yanıltıcı davranışları yüzünden makale saygıdeğer hiçbir bilim adamı tarafından kaale alınmamıştır. James Randi'nin 1 milyon Dolar'lık ödülü almak için testi tekrarlanması istediğinde de Schwartz bunu reddetmiştir.

Sahne Gösterisinde Kaşık Bükme
İllüzyonistlerin kaşık bükme gösterileri diğer illüzyon gösterilerinde olduğu gibi seyircinin dikkatinin başka yöne çevrilmesi sırasında el çabukluğu ile kaşığa ya da metale yapılan fiziksel müdahale ile veya önceden hazırlanan çeşitli tekniklerle gerçekleştirilir. James Randi illüzyonistlerin kaşık bükme numaralarından örneğin kaşığın en zayıf yerinden daha önce kırılma noktasına yakın bir dereceye kadar bükülmesi gibi çeşitli hilelerini televizyonda kamuya açıklamıştır.

"İnsanüstülük taslıyanların İçyüzü" adlı eserinde psişik ve doğaüstü kabul edilen bazı fenomenlerin arkasında yattığını iddia ettiği hileleri ortaya koyan Metin And'a göre Geller'in 31 çeşit kaşık bükme numarası veya tekniği bulunmaktadır.

Kullanılan Teknik ve Metodlar
Sahne göstereleri ve illüzyonistlerin kullandığı gözboyama yöntemlerinin dışında da kaşık veya herhangi bir metal veya cismin parapsikologların Psi denilen zihinsel veya ruhsal güçle etkilenebileceği öne sürülmektedir. Özellikle ABD'de telekinetik gücün kullanılması üzerine bazı kişiler eğitim ve grup çalışmaları düzenlemekte ve katılımcıların bu güçleri kullanarak kaşık veya çatal bükebilmeleri öğretildiği iddia edilmektedir..

Houck Metodu
Bir başka kaşık bükme 2004 yılından bu yana Jack Houck tarafından yine onun tarafından düzenlenen "PK Partileri"nde tanıtılmaktadır. Bu partilerde misafirlere bedenlerinden geçen bir enerji akışının kaşığın belirli bir noktasına yöneltildiği hayal edilerek kaşığa bükülme emri verilmesiyle gerçekleştirilir. Daha sonra misafirler dikkatlerini başka bir yöne yönlendirerek kaşık ya da metali unuturlar. Metal bir süre sonra şaşırtıcı bir şekilde ellerinin küçük bir hareketiyle kolayca bükülmeye başlar. Houck ve takipçileri bunun psikokinetik bir fenomen olduğuna inanmakta ancak bazı kişiler bunun sadece gündelik tecrübenin dışında ve fakat sıradan bir fenomen olarak görmektedirler.

Houck'un metodunun anlatıldığı bir web sayfasında grup halindeki uygulamaların tek başına yapılanlardan daha hızlı sonuç verici olduğu belirtilmektedir. Katılımcılar bir araya geldikten sonra bir süre yeme içme vs. şeylerle vakit geçirirler daha sonra ortaya konulan metal eşyalardan herkes kendisine iyi hissettiren birini seçip alır ve daire şeklinde oturur, ışıkların gücü azaltılır ve müzik varsa kapatılır. Katılımcılar gözlerini kapatır. Katılımcılara kaşık veya çatalı baş ve işaret parmakları arasında tutmaları gevşeyip zihinlerini temizlemeleri, yavaş ve derinden nefes alıp vermeleri ve kendilerini en rahat, huzurlu hissedecekleri bir yerde -plaj, orman, göl kenarı vs.- bulunduklarını hayal etmeleri söylenir. Tüm sıkıntı ve dertlerden uzaklaşırlar, uykulu değil ancak tamamen gevşemişlerdir, huzurludurlar. Daha sonra katılımcılardan başlarının birkaç adım ötesinde altın bir enerji topunu hayal etmeleri istenir. Ondan yayılan sıcaklık ve enerjiyi hissetmeleri istenir. Bu enerji topundan sıcak bir ışın çıkıp katılımcıların alnına ulaştığını ve onların da bu sınırsız enerjiyi emdikleri hayal edilir. Enerjinin sıcaklığı alından omuz ve kollara yayılır. Güçlü ve canlı fakat yine huzurlu ve gevşemiş olan katılımcının kolunda hissettiği enerji oradan bilek ve eline akar ve dirseği ile eli arasında bu akış devam eder. Enerjinin sıcaklığının baş ve işaret parmağına geldiği ve oradan istenilen yere gidebileceği hayal edilir. Katılımcının üçe kadar sayıp gözlerini açması ve enerjinin elinde tuttuğu çatal ya da kaşığa akması için ona üç kez "Bükül" diye bağırması istenir.

Ancak bu noktadan sonra dikkatin dağıtılması ve katılımcıdan dikkatini tümüyle vermeden yoğunlaşması istenir. Hatta dikkatin belirli bir düzeyde dağıtılması için herhangi bir konuda (kaşık bükmek değil) ateşli bir tartışmaya bile girilebilir veya tanıdığınız biriyle metal bükmek dışında bir konuda da konuşabilirsiniz. Konu üzerinde daha yoğun düşündükçe işlerin daha da zorlaştığını göreceksinizdir. Bu yüzden dikkatinizin başka bir yöne kayması gereklidir, daha sonra metali alıp istediğiniz bir noktadan kolayca bükebildiğinizi göreceksiniz. Ancak metalin kolaylıkla bükülebilecek noktaya gelişi birkaç dakika alabildiği gibi saatler de sürebilmektedir. Aynı sayfada deneylerini paylaşan katılımcı onsekiz katılımcıdan sadece ikisinin bükmeyi başaramadığını belirtmekte ancak başarısızlık karşısında yılmayıp denemelere devam edilmesini önermektedir.

Dikkat: Yukarıdaki metotta kaşık elle bükülür ancak zihinle öylesine eriyik bir kıvama gelir ki bu çok rahatça yapılır.

Rick Tobin ve Ellie Crystal'in Metodu
Ellerinizi yıkayın ve çatal veya benzeri bir metal nesneyi elinize alın. Rahatça oturun, gevşeyin, gözlerinizi kapayın zihninizi her türlü düşünce ve duygudan arındırın. Daha sonra parmak uçlarınızla nesnenin yüzeyini yavaşça ovalayın ve yüzeyin size ne hissettirdiği üzerine yoğunlaşın. Metaldeki moleküler enerji akışını hissetmeye çalışın ve nesnenin büküldüğünü hayal edin ve asla güç uygulamayın.

Hipnotik Telkin
Bu yöntemde kişi hipnotik trans haline sokulur ve gerekli telkinlerle psişik gücünü tam olarak kullanabileceği, kaşığın kendi isteğiyle büküleceği telkini verilir ve bu duruma tam bir inanç duyması sağlanır. Bu yöntemle de eğer kişiye yapılan telkin güçlüyse ve bilinçaltı kısıtlamaları tam olarak kaldırılabilmişse kaşığın büküleceği iddia edilir.

Doğrusal denklem

Doğrusal ya da lineer denklem terimlerinin her biri ya birinci dereceden değişken ya da bir sabit olan denklemlerdir. Böyle denklemlere "doğrusal" denmesinin nedeni içerdikleri terim ve değişkenlerin sayısına bağlı olarak (n) düzlemde ya da uzayda bir doğru belirtmesindendir. Doğrusal denklemlerin en yaygını bir x ve y değişkeni içeren aşağıdaki formdur:
y = mx + b.\,
Burada, m sabiti doğrunun eğimini belirler; b sabiti ise denklemin x ve y eksenlerini keseceği noktaları belirler (yani m sabiti değişmesi fonksiyonun artış miktarını etkilerken bsabitinin değişmesi doğrunun düzlemde ötelenmesine neden olur). Aynı terimde iki değişken barındıran (xy) ya da değişken terimin derecesi 1'den farklı olan denklemler (x^2) doğrusal değildir.

İki boyutlu doğrusal denklemler

Aşağıdak formlar basit matematik bilgisiyle yazılabilecek 2 boyutlu doğrusal denklem örnekleridir. Burada büyük harfler sabitlerin x ve y'ler değişkenlerin yerine kullanılmıştır.

Genel form

Ax + By + C = 0,\,
Hem A hem B'nin sıfıra eşit olmadığı durumlarda denklem genelde A ≥ 0 olacak şekilde yazılır. Denklemin kartezyen koordinat sistemi bir doğru belirtir. A sıfır olmadıkça denklem x eksenini değeri -C/A olan bir a noktasında keser, Bsıfır olmadıkça denklem y eksenini değeri -C/B olan bir b noktasında keser. -A/B ise denklemin eğimini (m'yi) verir.

Standart form

Ax + By = C,\,
A ve B sıfır olmadıkça AB, ve C en büyük ortak çarpanı 1 olan tam sayılardan seçilir. Genelde A ≥ 0'dır. A sıfır olmadıkça denklem x eksenini değeri C/A olan bir a noktasında keser, B sıfır olmadıkça denklem y eksenini değeri C/Bolan bir b noktasında keser. A/B ise denklemin eğimini (m'yi) verir.

Eğim-kesim noktası formu

y = mx + b,\,
m eğimi ve b de y eksenini kesim noktasını gösterir. Çünkü x = 0 olduğunda y = b olur.

Nokta-eğim formu

y - y_1 = m \cdot ( x - x_1 ),
m eğimi ve tek noktası (x1,y1) bilinen doğrunun denklemidir.

Kesim noktası formu

\frac{x}{E} + \frac{y}{F} = 1.
E ve F sıfırdan farklı olmalıdır. Doğru ve x ekseninin kesiştiği nokta (x ekseninin kesim noktası) E ve y ekseninin kesim noktası F'dir. A = 1/EB = 1/F ve C = 1 alınarak kolaylıkla standart forma dönüştürülebilir.

İki nokta formu

y - k = \frac{q - k}{p - h} (x - h),
İki noktası bilinen (h,k)(p,q) doğrunun denklemidir. Eğim m = (qk) / (ph)'dir.

Parametrik form

x = T t + U\,
ve
y = V t + W.\, olsun
şeklinde iki denklemdir. eğim m = V / T, x-kesim noktası a=(VU−WT) / V ve y-kesim noktası b=(WT−VU) / T

Normal form

 y \sin \phi + x \cos \phi - p = 0,\,
φ normalin eğim açısı ve p de normalin uzunluğudur. Normal doğru ve başlangıç noktası (orijin) arasında doğruya dik olacak en kısa doğru parçasıdır. Tüm katsayılar by \sqrt{A^2 + B^2}'a bölünerek ve eğer C > 0'sa tüm katsayılar -1'le çarpılarak (böylece son katsayı negatif olur) rahatça bulunabilir. Alman Matematikçi Ludwig Otto Hesse'nin anısına bu form ayrıca Hesse standart formu olarak da anılır.
Bazen denklemlerde sadeleştirme işlemlerinden sonra eşitsizlik söz konusu olabilir, 1 = 0 gibi. Bu gibi eşitsizlikler tutarsız eşitsizliklerdir, yani hiçbir x ve y değeri için doğru değildir. 3x + 2 = 3x − 5 buna örnek olabilir.
Birden fazla doğrusal denklemin olduğu durumlar doğrusal denklem sistemi olarak adlandırılır.

Doğrusal fonksiyonlarla ilişkisi

Yukarıdaki tüm formlarda yx'in bir fonksiyonudur. Fonksiyon grafiği denklem grafiğiyle aynıdır.
Denklemdeki y = f(x) varsayılırsa f fonksiyonu aşağıdaki özelliklere sahiptir:
 f ( x + y ) = f ( x ) + f ( y )\,
ve
 f ( a x ) = a f ( x ),\,
Bunları sağlayan fonksiyonlara doğrusal fonksiyon denir.

İkiden fazla değişkenli doğrusal denklemler

Doğrusal denklemler ikiden fazla değişkene de sahip olabilirler, n terimli genel denklemimiz aşağıdaki gibi olsun:
a_1 x_1 + a_2 x_2 + \cdots + a_n x_n = b.
Burada, a1a2, …, an katsayılar, x1x2, …, xn değişkenlerdir, ve b de sabittir. Üç değişkenli denklemlerde genelde x1 yerine sadece xx2 sadece y ve x3 yerine z kullanılır.
Böyle bir denklem n-boyutlu bir Öklid uzayında (n–1)-boyutlu hiper düzlem belirtir.

Azize Katerina Manastırı

Azize Katerina Manastırı
Azize Katerina Manastırı, Mısır'da, Sina Yarımadasında yer alan Rum Ortodoks manastırı. Dar bir vadide 1.500 m yükseklikte inşa edilmiştir. 2002'de UNESCO Dünya Miraslar Listesine dahil edildi.

Çoğu kez yanlış olarak Sina Bağımsız Rum Ortodoks Kilisesi olarak adlandırılır. Doğu Ortodoks Kilisesi'ni oluşturan özerk kiliselerin en küçüğüdür. Aynı zamanda Sina, Paran ve Raithu başpiskoposu olan manastır başkeşişi keşişler tarafından seçilir ve Kudüs Rum Ortodoks patriği tarafından kutsanır. Manastırın ilk başkeşişlerinden biri Aziz İoannes Klimakos'tu. Başlangıçta Kudüs patriğinin yetki alanında olan manastır 1575'te Fener Patrikhanesi'nin onayıyla bağımsız bir yapı kazandı. Manastırdaki keşiş sayısı 36 olarak sınırlanmıştır; bu sayı günümüzde Kahire ve Süveyş'teki manastırlarda yaşayanları da kapsar. Sina Kilisesi'nin cemaati manastırda çalışan bazı Hıristiyan Araplardan ve Kızıldeniz kıyısındaki et-Tur'da oturan balıkçılardan oluşur. Manastırın yakınlarında yaşayan Müslüman Bedevi Araplar her dönemde manastırın koruyuculuğunu yaparak karşılığında manastırdan destek görmüşlerdir.

Tarih
Bizans imparatoru I. Justinianos'un 527'de kurduğu manastıra yerleşen münzevi keşişlerin hırsızların saldırılarına uğraması üzerine, 530'da gene Justinianos'un girişimiyle, Sina Dağının alçak tepelerinde Musa'ya göründüğüne inanılan yanan çalı yerinin çevresine duvarlar örüldü. Manastır İslam dininin yayıldığı 7. yüzyılda dağınık Hıristiyan topluluklarının sığınağı oldu. Müslümanlarca canları bağışlanan keşişlerin, duvarlarla çevrili alanın içinde yerel Bedevi Arapların bugün de ibadet ettikleri küçük bir cami yaptırarak istilacıları yatıştırdıkları söylenir. Ortaçağ boyunca bir hac yeri olan ve bugün de özgün biçimini koruyan Katerina Manastırı'nın 6. yüzyıldan bu yana kesintiye uğramamış bir geçmişi vardır.

Manastır hakkında
İlk manastırın kenar uzunlukları 84 ve 75 m olan gri granit duvarlarıyla aynı tarihte inşa edilerek Meryem Ana'ya adanan kilise hala ayaktadır. Kilisenin apsisinde İsa'nın nura bürünüşünü temsil eden, erken Bizans döneminden kalma onarılmış bir mozaik vardır.

Manastırın en önemli hazineleri, bazıları 8. yüzyıldan önce yapılmış ikonlar ile yazmalardır. 1945'te inşa edilen bir kitaplıkta korunan bu yazmaların çoğu Yunanca ve Arapçadır. Amerikan İnsan Araştırmaları Vakfı, 1949-50 yıllarında Washington D.C.'deki Kongre Kütüphanesi hesabına ve İskenderiye Üniversitesi'nin yardımıyla yazmalarının çoğunun mikrofilmlerini çekmiştir. Yazma koleksiyonunda yaklaşık 400'de yazılmış Süryanice İncil metinlerini içeren Codex Syriacus da bulunmaktadır. 4. yüzyıldan kalma hemen hemen eksiksiz Yunanca bir İncil olan ve bugün Londra'da British Museum'da bulunan Kodeks Sinaitikos önceleri Katerina Manastırı'nda korunmuştur.

1975'te manastırda onarım yapan işçilerin kazayla yıktıkları bir duvarın arkasında, varlığı bilinmesine karşın uzun zamandan beri kayıp olan eski İncil metinlerini ve başka belgeleri içeren yaklaşık 3 bin ek yazmadan ve çeşitli sanat yapıtlarından oluşan bir hazine ortaya çıktı. Bulgular arasında Kodeks Sinaitikos 'un eksik parçaları, 50 kadar eksik, 10 kadarı da eksiksiz başka derlemeler ve Yunan yazı tarihine ışık tutan ve yuvarlak büyük harflerle yazılmış Yunanca metinler vardı. Ayrıca Çeşitli Hami-Sami ve Hint-Avrupa dillerinde 6. yüzyıldan ya da daha öncesinden kalma çok sayıda belge bulundu.

İnyupikler Halkı

İnyupikler Halkı
İnyupikler (kendilerince Iñupiaq (tekil) Iñupiak (ikil) Iñupiat (çoğul) ), Amerika Birleşik Devletlerine bağlı Alaska eyaletinin kuzey (North Slope Borough) ve kuzeybatısında (Northwest Arctic Borough ve Nome Census Area) yaşayan İnuit kolundan bir Eskimo halkıdır. Alaska'daki tek İnuit halkı olduğu için Alaska İnuitleri[4] adı da verilmektedir. Kendilerini iñuk («insan») kelimesi ile -piaq («gerçek») ekinden türettikleri Iñupiaq («gerçek insan») adıyla ifade ederler. Dillerini ise Iñupiatun («gerçek insana benzer») olarak adlandırırlar.[3] Alaska Yerli Dil Merkezine göre Alaska yerlileri içinde 25.000 nüfuslu Yupiklerden sonra 15.700 kişilik nüfuslarıyla ikinci en büyük halktır ve ancak 2.144 kadarı dilini konuşabilmektedir. İngilizce bilmeyen Alaska yerlileri içinde 1993 yılında ilk sırayı % 42 lik oranla Yupikler, ikinci sırayı da % 20 lik oranla İnyupikler çeker. Şamanist inançlı avcı ve toplayıcıdırlar. Kültürel açıdan deniz sahiline yakın yaşayıp balina, fok, mors gibi deniz memelilerini avlayan Taġiuġmiut («deniz halkı») ile denizden uzak içbölgede rengeyiği avlayan Nunamiut («kara halkı») olmak üzere iki ana gruba ayrılırlar. Bazen, iki ayrı dil ve halk olarak ele alındığı da olur ve Seward Yarımadasındakiler Qawiaraq adıyla, North Slope ile Northwest Arctic ilçelerindekiler ise Inupiaq adı altında toplanır. İnyupiklerin Kanada'da yaşayan ırkdaşları (Uummarmiut) siyasi ve idari kaygılarla Batı Kanada İnuitleri ile birlikte Inuvialuit adı altında toplanırlar. Eskimolar içinde en uzun boylular Kuzey Alaska'daki İnyupiklerdir ve Kanada İnuitlerinden 10 cm daha uzundurlar. Kobuk İnyupikleri doğu komşuları ve ticari ortakları olan Atabasklardan Koyukon Kızılderilileriyle sınır bölgelerinde evlilik de yapmışlardır. Beyaz Avrupalıların kültürleriyle en geç tanışan Eskimolar 1890 yılından sonra Hristiyanlıkla tanışan Kuzey Alaska İnyupikleridir.

Kanada'da küçültücü (derogatory) bulunarak resmî olarak kullanılmayan "Eskimo" adı, yasal olarak Alaska'da İnyupikler ile Yupik, Çupik ve Supikleri topluca adlandırmada rahatlıkla kullanılmaktadır. Alaska Eskimolarını topluca adlandırmak için bazen İngilizcede Yupik-Inupiaq (ya da Inu-Yupiaq) biçimi de kullanılır.

St. Lawrence adasındaki Sibirya Yupikleri (Yupiget) farklı dil konuşsa da Alaska'da kültürel olarak İnyupiklere en yakın halktır ve her ikisi de aynı kültür grubunda yer alır.
Dil verileri ve arkeolojik kalıntılar, Eskimo-Aleut halklarının günümüzden 10.000 yıl önce Bering Boğazı'nın buzlarla kaplanıp kara köprüsü olduğu zamanlarda, iki ayrı etnik grup (Eskimolar ve Aleutlar) olarak Alaska'dan Kamçatka'ya kadar olan bölgede bulunduklarını göstermektedir. Eskimo ve Aleutların denizde avlanma tekniklerinin gelişmesinden önce bölündüklerini gösteren dil verileri arasında ok ve yay için ortak kelimelerin bulunması, bunun yanında deniz avcılığı terimlerinin Eskimo ve Aleutlarda farklı olması gösterilebilir. Eskimo ve Aleutlar deniz avcılığını birbirlerinden bağımsız olarak geliştirmişlerdir.



1000 yıllık Utqiaġvik arkeolojik siti, Barrow, Alaska
Utqiaġvik arkeolojik siti bugünkü Barrow'un (İnyupikçe Utqiaġvik) kasaba merkezinin yaklaşık 1/4 mil güneybatı kenarında yer alır ve başlangıçta Ukpiaġvik («kar baykuşu avlanma yeri») olan ismi yıllar içinde değişim geçirerek bugünkü Utqiaġvik biçimine dönüşmüştür. Burası kışlık konutların ve qargi denen köy odasının bulunduğu, etnografik ve arkeolojik bilgilere göre yıl boyunca avcılık ve ticaret faaliyetlerinin sürdüğü bir yerleşimdi. Tundra yüzeyinden iki metre yukarıdaki 60'tan fazla höyüksü tümsek (igluluaġruk[9]) bugün dahi görülebilmektedir. Arkeolojik çalışmalarla, burasının son 1000 yıldır yerleşimde olduğu tespit edilmiştir. Binghamton Üniversitesinden arkeologlar tarafından 1981-1983 yıllarında kapsamlı bir kazı yapılmış ve 20.000 den fazla eser bulunmuştur. Utqiaġvik kazılarından çıkarılan buluntular arasında fildişi heykelcikler, ok başları, labretler, boynuzdan bıçaklar, fildişi ulu (yarım ay biçimli bıçak), zıpkın başları, fildişi oyuncaklar, tahta ağ şamandırası, deri eldiven gibi eserler vardır.Bunların arasında kar gözlükleri de bulunur.

Alaska'da Rus döneminde (1733 – 1867) Rusların keşfettiği alanlar daha çok deniz kıyılarıyla sınırlı kalmıştır. 1895 yılında Alaska'nın yalnızca deniz kıyıları ile büyük nehirlerin bulunduğu alanları keşfedilip haritalandırılmışken iç karanın büyük kısmı haritalandırılmamıştı.

Norton Sound'dan Kanada sınırına kadar olan Arktik Alaska'daki İnyupikler, Avrupalı kâşiflerle 18. yy sonu ile 19. yy başlarında tanışırlar. Bunlar, 19. yy sonları ve 20. yy başlarında yapılan ve New Bedford'dan yola çıkan 2000'den fazla balina avcılığı seferine diğer Alaska yerlilerinden daha fazla sayıda katılmışlardır. İnyupikler bu seferlerde gemi tayfası olarak yer aldıkları gibi, balinacılara kürk satımında da bulunmuşlar ve onların karaya çıkmalarını daha olanaklı kılan korunaklı ortam sağlamışlardır. Bu yardımların karşılığı olarak New Bedford Balina Avcılığı Milli Tarih Parkı tarafından Barrow'da 1999 yılında halka açılan İnyupik Miras Merkezi kurulmuştur.

Taġiuġmiut İnyupiklerinin yaşadığı Point Barrow (Nuvuk) yöresine Batılılar tarafından yapılan ilk keşif gezileri:

İlk keşif: İngiliz deniz subayı Frederick William Beechey'in 1825-1828 keşif gezisinden bir bölük , güneybatı Alaska'dan kaptan Thomas Elson tarafından Eylül 1826 tarihinde yapıldı. Thomas Elson ile William Smythe Barrow İnyupikleriyle karşılaşan ilk Avrupalılardır. İnyupiklerin av bulmakta zorlandığı bir döneme denk gelen ziyaretçiler, yerlilerce önce dostça karşılanmış sonra da erkek avcılar etraflarını sarınca güneye yönelmişler ve keşif bununla sınırlı kalmıştır.
İkinci keşif: Hudson’s Bay Company keşif gezisinden Thomas Simpson liderliğinde bir bölük tarafından batı Arktik kıyılarına yapıldı ve 4 Ağustos 1837 tarihinde doğudan bulunulan yere ulaşıldı. Yazın yapılan bu keşifte bölge halkının çoğu avda olduğu için birkaç yerli görüldü fakat onlar da kâşiflerden korkup saklandılar. Yakınlarına kadar giderek korkulacak bir şey olmadığına ikna edebilseler de keşif için ancak birkaç saatleri vardı.
Üçüncü keşif: Aleksandr Filippoviç Kaşevarov liderliğindeki Rus keşif ekibi 23 Temmuz 1838 tarihinde Point Barrow'a ulaştı. Küçük teknelerden oluşan bir filo güneybatıdan bulundukları noktaya yanaştı. Önemli sayıda yerlinin düşmanca tutumu yüzünden Ruslar üç gün sonra bölgeden kaçmak zorunda kaldılar. Ziyaret kısa sürse de doğal yaşam üzerine önceki ziyaretlerden daha fazla bilgi edindiler ve tercüman olarak kullanacakları bir yerli kazandılar. Rusların karşılaştığı İnyupik kabilesi Kakligmiut idi.
Dördüncü keşif: Kayıp İngiliz kâşifi John Franklin'i aramak için birçok gemiyle düzenlenen arama ve araştırma gezisi çerçevesinde Rochefort Maguire komutasındaki H. M. S. Plover adlı depo gemisi 1852–1853 ve 1853–1854 kış aylarında Nuvuk'un güneydoğusuna kısa bir mesafe kala denizin buz tutması sonucu mahsur kaldılar. Önce düşmanlıkla karşılandılar ancak akıllıca yürütülen diplomasi yoluyla barışçıl ilişki kurulması sonucunda uzun süre orada kaldılar ve yerlilerin yaşamı hakkında epeyce bilgi topladılar.
Nunamiut İnyupikleriyle Batılıların ilk karşılaşması 1886 kışında ABD Deniz Kuvvetlerinden teğmen George Stoney ve keşif ekibiyle olmuştur.

Kuzeybatı Alaska'da Avrupalılarla ilk karşılaşan Malimiut İnyupikleri 1816 yılında Goodhope Körfezindekiler, en geç karşılaşanlar ise 1860'lar ya da 1870'lerde Orta ve Yukarı Kobuk yörelerinde yaşayanlardır:

Seksin aşkla ne ilgisi var?

Aşk olmadan seks olur mu?
Peki ya seks olmadan aşk? Aşk ve seks arasındaki ilişkiye dair bilgilerimizi araştırma sonuçlarına dayanarak tazeleyelim mi?

Seksin aşkla ne ilgisi var, aşkın seksle ne ilgisi var? Bu soruların cevabını ararken, Cindy M. Meston ve David M. Buss’ın yazdıkları “Kadınlar Neden Seks Yapar?” adlı kitabın referans verdiği araştırmalar zihnimizi aydınlattı.

Toplumda sıkça söylenen “Kadınlar aşk olmazsa seks yapmaz”, “Erkekler için aslolan aşk değil, sekstir” söylemleri acaba gerçeği yansıtıyor mu? Araştırma sonuçları farklı bakış açıları sunuyor mu? İşte, bu konuya dair “Kadınlar Neden Seks Yapar?” kitabından alıntıladığımız bilgiler…

Kadınlar neden seks yapıyor?
Bir araştırmaya göre, kadınlar seks yapmalarına gerekçe olarak, “O kişiye sevgimi ifade etmek istedim” ve “Aşık olduğumun farkına vardım”ı, ilk on nedenlerinden ikisi olarak sıralıyorlar. Aşka ulaşmanın bir yolu olarak seksi nasıl kullandıklarını açıklıyorlar.

Kimi zaman seks, umulduğu gibi aşk ve bağlılık getiriyor. Kimi zaman da seks, asıl istenen sevgi yerine geçici bir sevildiğini hissetme yanılsaması yaratıyor. Kimi zamansa ne aşk ne de aşk yanılsaması…
Araştırmaya katılan kadınların pek çoğu kendi başına aşk için değil, başka birine olan aşklarını ifade etmek için seks yapıyor.

Dört bin yıl önce aşk ve seks ilişkisi
Aşkla seksin birbirine bağlı olduğu yeni bir düşünce değil. Hatta insanın yazıyı ilk kez icat edişinden beri bu bağa işaret ediliyor. 1880’lerin sonlarında, günümüzde Irak’ta bulunan bir bölgede küçük bir tablet ortaya çıkartıldı. Dört bin yıllık bu tabletin üzerine, tarihçilerin en eski aşk şiiri olduğuna inandıkları bir şiir kazınmıştı. Şiirde bir rahibe, krala yalnızca aşkını değil, duyduğu şehveti de itiraf ediyordu:

“Kalbimin sevgilisi, damat
Parlaktır güzelliğin, baldan tatlı
Esir ettin beni, titreyerek durayım önünde
Damat, yatağa götürülmek isterim”

Rahibenin bir başka şiiri:

“Damat benden zevkini aldın
Söyle anneme, nefis şeyler yedirsin sana
Babam da armağanlar versin”

Aşksız sekse açık kadınlar hangileri?
Birçok kadın için aşkla seks birbirinden ayrılmaz olsa da hepsi için öyle değil tabii. Araştırmalar, hangi kadınların seksten önce aşk ya da duygusal ilgi istemeye daha az eğilimli olduğuna dair bir şeyler de öğretti. Aşksız sekse en açık kadınlar genellikle dışa dönük bir kişiliğe sahip ve yeni, egzotik yiyecekleri denemek ya da seyahat edip başka kültürler görmekten hoşlanmak dahil, her türlü yeni deneyime daha açık oluyorlar.

Sekse bakışta kadın erkek farkı
Birçok kadın seks için aşka ihtiyaç duymasa ya da aşk peşinde koşmasa da kadınlar aşkın sekse eşlik etmesi gerektiğine erkeklerden daha fazla inanıyorlar.

Meston Cinsel Psikofizyoloji Laboratuvarı’nda 700’den fazla üniversite öğrencisine, “Aşksız sekste bir sorun yoktur” yorumuna katılıp katılmadıkları soruldu. Öğrencilerin yaklaşık yarısı Avrupa, yarısıysa Güneydoğu Asya kökenli ailelerden geliyorlardı. Her iki kültürel grupta da aşksız seksin kabul edilebilir olduğunu düşünme olasılığının erkeklerde kadınlara kıyasla çok daha yüksek olduğu görüldü.

Seksin ön koşulu aşk mı?
Buss Evrim Psikolojisi Laboratuvarı’nda yürütülen bir çalışmada elde edilen sonuçlar da aşk-seks ilintisinde bir cinsiyet farklılığı olduğunu gösteriyor. Kadınların yalnızca yüzde 8’i, “seks yapma”yı bir aşk edimi olarak gösterirken, erkeklerin yüzde 32’si cinsel aşk edimlerinden bahsetti.

Bu bulgu erkekler için seksle aşkın en azından bir açıdan yakından bağlantılı olduğunu gösteriyor. Anlaşılan seks, erkeklerin aklında aşkın bariz bir özelliği olarak kadınlara kıyasla daha fazla öne çıkıyor. Dolayısıyla kadınlar aşkı seksin bir önkoşulu olarak görmeye daha yatkınlar.

Atletico Madrid 1 - 4 Real Madrid Şampiyonlar Ligi Finali

Real Madrid, 90+3'te attığı golle uzatmaya götürdüğü Şampiyonlar Ligi Finali'nde Atletico Madrid'i 4-1 yenerek Avrupa'nın en büyüğü oldu...
Real Madrid Şampiyonlar Ligi Finali
Real Madrid Şampiyonlar Ligi Finali
Ve Avrupa futbolunun en büyüğü, Lizbon'daki finalde belli oldu...
Şampiyonlar Ligi Finali'nde Atletico Madrid'i uzatmalarda 4-1 yenen Real Madrid, 12 yıl sonra Şampiyonlar Ligi kupasını müzesine götürdü...
Günlerdir Atletico Madrid'de büyük merak konusu olan iki isim vardı. Barcelona ile Nou Camp'ta oynanan şampiyonluk maçında sakatlanan Diego Costa ve Arda Turan'ın durumları maç saatinde belli oldu.
Maçtan bir gün önce ağrıları artan Arda Turan, 18 kişilik kadroya alınmadı. Ancak Atletico'nun en büyük gol silahı Diego Costa için yoğun tedavi programı sonuç verdi ve İspanyol yıldız maça ilk 11'de başladı.
Fakat şampiyonluğun kazanıldığı Barcelona maçındaki senaryonun bir benzeri, Estadio da Luz'da tekrarlandı. Maçın henüz 9. dakikasında sakatlığı nükseden Costa, yerini yine Adrian'a bıraktı.
REAL MADRID BALE İLE GOLE YAKLAŞTI
Devler Ligi Finali'nin ilk önemli tehlikesi Real Madrid'den geldi. 32. dakikada savunmadan çıkan Tiago'nun hatalı pasında topu kapan Gareth Bale, penaltı noktasına kadar topu sürdü ve vuruşunu yaptı ancak Real Madrid tribünleri gol diye ayağa kalkarken, top direğin hemen yanından auta gitti.
GODIN'DEN YİNE KRİTİK BİR GOL!
Real Madrid'in oyuna hakim olmaya başladığı dakikalarda finalde dengeyi bozan gole Diego Godin imza attı. Sağ taraftan kullanılan köşe vuruşunda Real Madrid savunması pozisyonu uzaklaştıramadı. Yeniden kale sahası üzerine doldurulan topa iyi yükselen Godin, Sergio Ramos'un üzerinden kafayı vurdu ve kalesinden çıkan Casillas'ın üzerinden topu ağlara gönderdi. Atletico Madrid, bu dev finalin 36. dakikasında 1-0 öne geçti.
Uruguaylı savunmacı, Nou Camp'taki Barcelona maçında da takımının tek golünü atarak La Liga şampiyonluğunu getirmişti.
İKİNCİ YARIYA REAL BASKILI BAŞLADI
Finalin ilk yarısı, Atletico Madrid'in 1-0'lık üstünlüğü ile tamamlanırken, ikinci yarıda daha istekli bir Real Madrid vardı.
Dakikalar 54'ü gösterdiğinde Cristiano Ronaldo, çok etkili bir frikik kullandı. Atietico Madrid barajını geçen topu kaleci Courtois son anda kornere çekmeyi başardı. Pozisyonun devamında kullanılan kornerde, ceza sahası içinde Ronaldo topu önünde buldu. Ancak bu kez de Portekizli'nin golü yapmasına savunma engel oldu.
BALE KAÇIRDI RAMOS AFFETMEDİ
Real Madrid adına maçın en önemli tehlikesini ilk yarıda yaratan Gareth Bale, 73. dakikada ceza yayı üzerinden vuruşunda, 78'de ise sağ taraftan savunmanın arkasına sarktığı anda istediği vuruşu yapamadı ve takımı adına skoru değiştirmeyi yine başaramadı.
Ancak Real Madrid'i finalde ipten alan gol Sergio Ramos'tan geldi... 90+3'üncü dakikada sağ taraftan Modrid'in kullandığı köşe vuruşunda çok iyi yükselip, uzak direğe kafa vuruşunu yapan Ramos, skora 1-1'lik beraberliği getirdi. Lizbon'daki Devler Ligi Finali'nin normal süresi 1-1 tamamlandı ve uzatmaya gitti.
UZATMALARDA 100 MİLYON EURO FARKI!
Uzatma dakikalarında Atletico Madrid karşısında daha üstün bir futbol sergileyen Real Madrid'de Di Maria, 110. dakikada sol taraftan çalımlarla ceza sahasına girdi. Kaleciyle karşı karşıya kalan Arjantinli, vuruşunda Courtois çıkardı ancak arka direkte Gareth Bale kafayla tamamladı ve kaçırdığı golleri telafi ederek takımını 2-1 öne geçirdi.
118'inci dakikada Brezilyalı Marcelo, oyundan tamamen kopan Atletico Madrid'in ceza sahasına rahatça girdi ve sert şutunda skoru 3-1 yaptı. Finalde skoru ise Cristiano Ronaldo belirledi. Portekizli'nin penaltı golü, durumu 4-1 yaparken, Real Madrid Avrupa'nın en büyüğü oldu.

Soma’da maden faciası 302 ölü


Enerji Bakanı Taner Yıldız, Soma’daki maden ocağında ölü sayısının 302’ye yükseldiğini söyledi. Bakan Yıldız, son 12 saatte sağ çıkarılan işçi olmadığını da belirtti. Bu arada, yangın sonrası dumanının maden ocağını kaplamasının ardından 14 işçinin, yeraltındaki 5 metrekarelik yaşam odasına sığındıkları, burada oksijen maskesi ve tüplerini sırayla kullanıp saatlerce hayata tutunmaya çalıştıkları ancak, kurtarmanın gecikmesiyle yaşamlarını yitirdikleri ortaya çıktı.

Soma'da ölü sayısı 302'ye yükseldi

15.05.2014 Perşembe 08:41

Manisa'nın Soma İlçesi'ndeki özel maden şirketine ait ocakta trafo patlaması sonucu meydana gelen faciada, hayatını kaybedenlerini sayısı 282'ye çıktı. Kurtarma ekipleri, dumanın önünü kesebilmek için saatler süren çalışmayla tahtadan maden içerisine duvar örüp, işçileri çıkarmak için yeni bir çalışma başlattı. Bu arada, facianın kahreden ayrıntıları da ortaya çıkmaya başladı. Yangın sonrası dumanının maden ocağını kaplamasının ardından 14 işçinin, yeraltındaki 5 metrekarelik yaşam odasına sığındıkları, burada oksijen maskesi ve tüplerini sırayla kullanıp saatlerce hayata tutunmaya çalıştıkları ancak, kurtarmanın gecikmesiyle yaşamlarını yitirdikleri ortaya çıktı. O 14 işçinin cesedi de, ekiplerce çıkartılıp ailelerine teslim edildi.

Soma'da geçen salı günü saat 15.10 sıralarında meydana gelen maden faciasında, dün geceden itibaren çalışmalar karbonmonoksit gazının izin vermemesi üzerine durduruldu. İlk olarak işçilerin önemli bölümünün çalıştığı galerilerden 'Nefes 3' kapısından iki gün boyunca çalışmalar yürütüldü. Buradaki galerilerde bulunan işçilerin cesetlerinin çıkartılması adından diğer galerilerdeki işçiler için çalışma başlatıldı. Ancak hala belli bölgelerde devam eden yangından dolayı karbonmonoksit gazı, kurtarma ekiplerine izin vermedi.

Tahta duvarlar örüldü

Bunun üzerine yangının hala devam ettiği galerilerle olan bağlantıyı kesmek için ekipler, gece sabaha kadar belli bölgelere, tahtadan duvarlar ördü. Bu duvarlar sayesinde de, dumanın belli bir bölgeye toplanması sağlandı. Karbonmonoksit gazının belli seviyenin atına inmesinin ardından ise. sabah sat 06.00 sıralarında ekipler bu kez 'Ana giriş 1' kapısından madene girdi. Ekiplerin, bu bölgelerdeki işçileri çıkarmaları ardından benzer bir yöntemde yine madenin 3'üncü bir giriş kapısından son bölgedeki işçileri de çıkarmayı planladıkları belirtildi.

Sanatçı Suavi gece boyu madende kaldı, gençler temizlik yaptı

Facia ardından Başbakan recep Tayyip Erdoğan, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, BBP Genel Başkanı Mustafa Destici gibi siyasetçilerin yanı sıra, Türkiye'nin birçok tanınmış gazeteci, televizyoncu ve sanatçı da madene geldi. Bu sanatçılardan Suavi de, sabaha kadar arkadaşlarıyla madenin kapısında bekledi, kurtarma çalışmalarını izledi. Bunun yanı sıra yine maden sahasına gelen üniversite öğrencileri de, binlerce insanının gelip gittiği kurtarma çalışmalarının yürütüldüğü alandaki çöpleri topladı. Görevlilere yardım etti.

Sırayla ölümü direnmeye çalışmışlar

Kurtarma çalışmalarının hızla devam ettiği madenin içerisinde, yangınının hemen ardından yürekleri dağlayan ayrıntılarda ortaya çıkmaya başladı. Trafonun patlayıp yangının çıkmasının hemen adından yoğun karbonmonoksit gazına maruz kalan işçiler yanlarındaki oksijen maskelerini takıp ölüme direnleme çalıştı. Ancak bu maskelerinin 45 dakikalık bir süre için yeterli olmasından dolayı işçiler, hayatını kaybetti. Ancak bir noktadaki işçiler, 45 dakikalık süre içerisinde dışırı çıkamayacaklarını anlayınca madencilerin 'Revir' olarak adlandırdıkları, ancak bu tür kazalarda 'Yaşam odası' olarak kullanılan yaklaşık 5 metrekarelik odaya sığındı. Odaya girip kapılarını üzerlerine kapatan 14 işçi, bu odadaki oksijen maskeleri ve oksijen tüpünden sağladıkları temiz havayı, sırayla kullanmaya başladı. Ancak yardım ekiplerinin gecikmesiyle, 14 işçi, saatlerce ölüme direndikleri yaşam odasında hayatlarını kaybetti. Bu işçilerin toplu olarak ve üst üste bulunan cesetleri, madenden çıkartıldıktan sonra ailerine teslim edildi. 14 işçinin ölüme direnişleri, 33 madencinin Şili'de 69 gün yaşam odasında, ölüme direnişlerini hatırlattı. Ancak onlar gibi, mucizeyi yaşatamadı.

Bakan açıklama yaptı: 282 ölü

Bu arada facianın hemen ardından maden bölgesine gelen ve buradan hiç ayrılmayarak koordinasyonu sağlayan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Sağlık Bakanı Mehmet Mehmet Müezzinoğlu, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam ile birlikte açıklama yaptı. Bakan Yıldız, şöyle dedi:

"Dün gece havanın yönünün değiştirilmesiyle beraber biliyorsunuz yine bir bölgede kurtarma çalışmalarına başladık. Hamdolsun buradaki bölgeyle alakalı çalışmalarımız devam ediyor. Verim aldığımız bir noktaya doğru gidiyoruz. İşçi kardeşlerimizden şu ana kadar 8 kardeşimize daha ulaşıldı. 282 işçinin toplam cesedi çıkartıldı. Şu anda nihayi rakam bu. Bütün cenazelerimizi işlemleri tamamlandı. Adli Tıp Kurumu tarafından da işlemleri yapıldı. Bunun yanında 217 işçi kardeşimiz ailelerine teslim edilmiş oldu. Bugün itibariyle mevcut sayımızı tüm işçi kardeşlerimizi ailelerine teslim edileceğine inanıyoruz. Müraacatların yapılıyor olmaları halinde prosüdürle beraber tanınmışlıkla beraber bunlar yerine getirilecek. Yaralılardan taburcu olanlarının sayısı da arttı. 27 yaralı kaldı. Bu rakamın bugünde düşeceğine inanıyorum. Kamuoyuyla paylaşmamız gereken bir husus var. Şu anada kadar ailelerin metaneti arama kurtarma çalışmaları için son derece yapılcı bir rol oynadı. Ama daha fazlasının bizim gösterebiliyor olmamız lazım. O da bildiğiniz gibi iyi niyetle arama kurtarma çalışmalarına devam ediliyor. Arama kurtarma işlemlerine yeni ekipler katılmak istiyorlar ama bu rakam yeterli, kurtarma ekibi sayısı 500'ü aştı. Daha fazlası artık bir karmaşaya yol açıyor. Gerek tercümanlık yapmak isteyenler gerekse arama kurtarma ekibi olarak gelmek isteyenler bugün itibariyle bu yoğunluğun içerisinde bulunmamaları lazım."

Sadece madenin doğu ucu kaldı

Madendeki kurtarma çalışmalarına öncülük eden Zonguldak'tan gelen Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) tahlisiye ekibinin başında yer alan TTK İş Güvenliği Denetim Şube Müdürü Ahmet Sarıoğlu ise şu bilgileri verdi:

"Sıkıntılı ortamlar vardı, oraları normal hava seviyesine getirdik. Ocak girişten yaklaşık 300 metre yerin altına uzanıyor. Band ve varagellerle ocak içine iniliyor. Ocağın en uç köşesinde yangın olan yerin çevresinde, madenin doğusu oluyor burası, orada çalışmalar yapacağız, düşündüklerimiz olursa yarına kadar bir sonuç alırız. Ocağın diğer bölümlerindeki cenazeleri çıkarttık. Daha sonra tekrar tarama yapılacak. Bize verilen bilgiler doğrultusunda mümkün olan her yere baktık."

Eşeyli Üreyen Bitkiler

Bitkinin çiçeğinde bulunan erkek ve dişi üreme organları vasıtasıyla gerçekleşen üreme şekli, eşeyli üreme olarak adlandırılır. Her çiçeğin şekli, rengi, içerdiği üreme hücrelerinin kılıfları, taç yaprakları gibi özellikleri bitki türleri arasında değişiklikler gösterir. Yapılardaki bu çeşitliliğe rağmen bütün çiçeklerin görevleri temelde aynıdır. Bu görevler; üreme hücrelerini üretmek, dağıtıma hazır hale getirmek ve kendisine ulaşan diğer üreme hücresinin döllenmesini gerçekleştirmektir.

Çiçeklerin açmaya başladıkları dönemde ortaya çıkan polenler, bitkilerin erkek üreme hücreleridirler. Görevleri, kendi türlerinin çiçeklerindeki dişi organlara ulaşabilmek ve 
ait oldukları bitkinin neslinin 
devamını sağlamaktır.

Her bitkinin polenlerini göndermek için ise kendine özgü bir yöntemi ya da kullandığı bir mekanizması vardır. Bitkilerden kimileri böcekleri kullanırlar, kimileriyse rüzgarın özelliklerinden faydalanırlar. Bitkilerin döllenmesinde kuşkusuz ki en önemli nokta her bitkinin yalnız kendi türünden olan bir bitkiyi dölleyebilmesidir. Bu yüzden doğru polenlerin doğru bitkiye gitmesi son derece önemlidir.

Peki, özellikle bahar aylarında havada bu kadar çok çeşitte polen dolaşırken, nasıl olup da döllenmede hiç karışıklık çıkmaz? Polenler uzun yolculuklara ve değişen şartlara nasıl dayanıklılık gösterirler?

Tüm bu soruların cevabı polenin yapısı ve dağılma yöntemleri incelendiğinde verilmiş olacaktır.

Akrep Balıklarının Kamuflajı

Resimde görülen akrep balıklarına bir bakın, içinde bulundukları ortamdan ayırt etmenin ne kadar zor olduğunu hemen fark edeceksiniz.
Akrep Balıklarının Kamuflajı
Akrep Balıklarının Kamuflajı 

Akrep balıkları ılıman ve tropik kuşaktaki deniz yatağında yaşar ve hiçbir zaman açık denize çıkmazlar. Bu balıklar etoburdurlar ve küçük balıkları yerler. Göğüs bölgelerindeki yüzgeçler balığın düşmanlarını engellemek için kullandığı mükemmel silahlardır. Balığın kırmızı-beyaz çizgileri yaşadığı mercanların içinde kamufle olmasını sağlar. Akrep balığı son derece renkli bir görünüme sahiptir ama aynı şekilde yaşadığı mercanlar da çok renkli olduğu için mercanların içinde kolaylıkla kaybolur. Bu da av olma riskini azaltır. Aynı zamanda avına da rahatlıkla yaklaşmasına olanak verir. (1)

Akrep balıklarında olduğu gibi denizaltı canlılarının pek çoğunu yaşadıkları ortamın içinden ayırt etmek mümkün değildir. Bu canlıların varlığı ancak hareket ettiklerinde anlaşılır. Denizaltında kusursuz bir şekilde kamufle olan canlılar bu renkleri kullanarak avlanırlar, ürerler, mesajlar gönderirler. Peki bu uyum nasıl ortaya çıkmıştır? Bir balığın vücudunu, içinde yaşadığı kaya ile aynı renk, hatta aynı çıkıntılı görünümde yapan, bir karidesi deniz bitkilerinin renklerine bürüyen kimdir?

Tesadüfen gerçekleşecek kimyasal işlemlerin ya da herhangi başka bir etkinin bu canlılara bulundukları ortamın rengini vermesi imkansızdır. Bir balığın, bir karidesin ya da bir yengecin renk kavramından haberdar olması ve kendinde renk değişikliği yapabilecek sistemler üretmesi de imkansızdır. Böyle bir düşünce hayali olmaktan öteye gidemeyecektir. Böyle bir sistemin tasarlanması, canlılara bu sistemin yerleştirilmesi, nesilden nesile aktarılması için genlerinde düzenleme yapılması ve bu bilgilerin canlıların hücrelerinde kodlanması ancak çok üstün bir güç sahibi tarafından yapılabilir.

Bu üstün güç sahibi Allah'tır. Bütün canlılar sahip oldukları özelliklerle birlikte Allah tarafından yaratılmışlardır.

O, yarattığını bilmez mi? O, Latif'tir; Habir'dir. Sizin için, yeryüzüne boyun eğdiren O'dur. Şu halde onun omuzlarında yürüyün ve O'nun rızkından yiyin. Sonunda gidiş O'nadır. (Mülk Suresi, 14-15)



NOTLAR

1- Marco Ferrari, Colors for Survival, Barnes and Noble Books, New York, 1992, s.122

Alarm Sinyali Veren Bitkiler


















Herkes bitkilerin tehlikeden kaçamadıklarını, dolayısıyla düşmanlarına hemen teslim olduklarını zanneder. Ancak yapılan araştırmalar durumun hiç de zannedildiği gibi olmadığını ortaya çıkarmıştır. Tam tersine bitkiler de şaşırtıcı taktiklerle düşmanlarının üstesinden gelmektedirler.

Örneğin bitkiler, yapraklarını kemiren böcekleri uzaklaştırmak için kimi zaman zararlı kimyasallar üretirler, kimi zaman da bu böceklerle beslenen avcı böcekleri çeken kimyasal kokular yayarlar. Kuşkusuz her iki taktik de son derece akılcıdır. Nitekim tarımsal alanda yapılan faaliyetlerde bu savunma stratejisi, çok etkili bir yöntem olarak taklit edilmeye çalışılmaktadır. Almanya'daki Max Planck Kimyasal Ekoloji Enstitüsü'nde 'bitki savunması genetiği' alanında çalışmalar yapan Jonathan Gershenzon, bu akılcı stratejiyi gereği gibi taklit edebilirlerse, gelecekte tarımsal ilaçlamaların zehirsiz yapılabileceğini düşünmektedir.

Bazı bitkiler tırtıllar tarafından saldırıya uğradıklarında hemen bu tırtıllarla beslenen avcı böcekleri kendilerine çeken, uçucu bir kimyasal madde salgılar. Yardıma çağrılan böceklerin özelliği ise yumurtalarını tırtılların içine bırakmalarıdır. Tırtıldan habersiz onun içinde barınan ve yumurtadan çıkan larvalar ise, bu tırtıllarla beslenerek büyüme imkanı bulurlar. Böylece ekine zarar veren tırtıllar dolaylı bir strateji ile imha edilir.

Bitkinin, yapraklarının bir tırtıl tarafından yendiğini anlaması ise yine kimyasal yöntemlerle gerçekleşir. Bitki, yapraklarını kaybettiği için değil, tırtılın salyasındaki kimyasallara tepki olarak böyle bir alarm sinyali verir. Basitmiş gibi görünen bu olayda üzerinde durulması gereken pek çok konu vardır. Bunlardan birkaçını şöyle sıralayabiliriz:

1-Bitki, tırtılın kimyasal salgısını nasıl algılamaktadır?

2-Bitki, alarm sinyali verdiğinde tırtıllardan kurtulacağını nereden bilmektedir?

3-Verilen sinyalin böceklerde davet etkisi yapacağını nereden bilmektedir?

4-Bitkinin, daveti doğru böceklere (saldırgan tırtıllarla beslenen) yapmasını sağlayan nedir?

5-Verilen sinyal sesli değil kimyasal bir salgı şeklindedir. Böceklerin kullandığı kimyasallar da son derece karmaşık bir molekül yapısına sahiptir. Kimyasaldaki en ufak bir eksiklik ya da yanlışlık, sinyalin niteliğini kaybettirebilir. Bu durumda bitki bu sinyali veren kimyasalı kendi kendine nasıl üretebilmektedir?

Şüphesiz beyni bile olmayan bir bitkinin tehlikeler karşısında çözüm üretmesi, bir kimyager gibi kimyasal maddeleri tahlil etmesi, hatta bunu üretmesi, planlı bir strateji yürütmesi mümkün değildir. Kuşkusuz ki, dolaylı olarak bir düşmanı alt etmek üstün bir aklın ürünüdür. Bu aklın sahibi, bitkiyi kusursuz özelliklerle yaratan ve kendisini korumak için neler yapması gerektiğini ona ilham eden yüce Allah'tır.

İşte günümüzde yaygınlaşan bu gibi biyomimetik çalışmalarıyla, Allah'ın canlılar üzerinde bize gösterdiği akıl hayranlıkla taklit edilmeye çalışılmaktadır.

Nairobi'de bulunan Uluslararası Böcek Fizyolojisi ve Ekoloji Merkezi'nden ve İngiltere'deki Toprak Ürünleri Araştırma Enstitüsü'den bir grup araştırmacı da bu konuda bir çalışma gerçekleştirmiştir: Çalışma ekibi mısır ve buğday tarlalarında ekinlerin arasına, tarım zararlılarını bu strateji ile ortadan kaldıran bir çim ekmiştir. Sonuçta, tarım ilacı kullanılmasına gerek kalmadan, zararlı canlıların etkisiz hale getirilmesinde %80 oranında başarı sağlanmıştır. Bitkiler üzerinde sergilenen bu benzersiz çözümün yaygınlaştırılması durumunda tarımda daha büyük aşamalar kaydedilecektir.

ABD Utah'ta yetişen bir tütün bitkisi ise Manduca güvesinin tırtılı tarafından saldırıya uğramaktadır. Bu zararlının yumurtaları Geocoris böceği tarafından sevilen bir yiyecek türüdür. Tütün bitkisinin salgıladığı uçucu kimyasal madde sayesinde Geocoris avcısı kimyasal salgılar aracılığıyla çağırılmakta ve yumurtalar bu böcek tarafından yendiği için tırtıl sayısının artışı engellenmektedir.

Sualtındaki Mercanlar

Mercanlar tropikal suların sığ bölgelerinde yaşayan canlılardır. Ölü mercanların kireçtaşına dönüşen iskeletlerinin zaman içinde birikmesiyle de pek çok canlının birarada yaşadığı mercan resifleri oluşur. Resifler oldukça geniş alanlara yayılabilmektedir. Bilimadamları mercan resiflerini içlerinde barındırdıkları canlı çeşitliliği açısından yağmur ormanlarıyla kıyaslamaktadır. Çünkü mercan resiflerinde 2000'den fazla balık, 5000 çeşit yumuşakça, 700 çeşit mercan ve sayısız yengeç türü, denizkestanesi, denizyıldızı, deniz salyangozu çeşitleri vardır.

Mercanlar
Mercanlar


Polipler de mercan resiflerinde yaşayan bir hayvan türüdür ve dokularının iç yüzeyindeki hücrelerde yaşayan alglerle ortak bir yaşam sürerler. Alglerin klorofil hücreleri vardır, bu sayede fotosentez yapabilirler. Algler oksijen açısından zengin, fakat besin açısından fakirdirler. Diğer bitkiler gibi algler de nitrata ve fosfata ihtiyaç duyarlar. İşte bu noktada iki canlı arasındaki ortak yaşamın önemi ortaya çıkar. Tek başına olsa yaşayamayacak olan bu canlılar birliktelikleri sayesinde eksikliklerini gidererek yaşamlarını sürdürmektedirler.

Polip dokularında yaşayan algler, yaşamaları için gerekli olan nitrojen gibi maddeleri poliplerden elde etmiş olurlar. Aynı zamanda da güvenli bir barınağa sığınarak, düşmanlarından da korunurlar. Buna karşılık, polipler de alglerin fotosentez yaparak ürettikleri besinin bir bölümünü alırlar. Bu şekilde polipler, kireç taşından meydana gelen iskeletlerini inşa etmek için ihtiyaçları olan gerekli enerjiyi elde etmiş olurlar. (1)

Diğer ortak yaşayan bütün canlılarda olduğu gibi, poliplerle algler arasındaki ortak yaşamda da her iki canlının bütün ihtiyaçları en rahat şekilde karşılanmaktadır. Bu canlıları biraraya getiren, her ikisinin de ihtiyaçlarından haberdar olan tek bir Yaratıcı'nın olduğu açıktır. Bu canlılar birbirlerini tamamlayacak, birbirlerinin ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde Allah tarafından yaratılmışlardır.

Allah deniz altında yarattığı çeşit çeşit canlı ve bu canlılardaki örneksiz tasarımlar, hayret uyandıran özellikler ile bize sonsuz sanatını ve sınırsız ilmini tanıtmaktadır.

Yerde sizin için üretip-türettiği çeşitli renklerdekileri de (faydanıza verdi). Şüphesiz bunda, öğüt alıp düşünen bir topluluk için ayetler vardır. Denizi de sizin emrinize veren O'dur, ondan taze et yemektesiniz ve giyiminizde ondan süs-eşyaları çıkarmaktasınız. Gemilerin onda (suları) yara yara akıp gittiğini görüyorsun. (Bütün bunlar) O'nun fazlından aramanız ve şükretmeniz içindir. (Nahl Suresi, 13-14)



NOTLAR

1- Mitchell Beazley, Oceans, Mitchell Beazley Pub., 1991, UK , s.68

Kendisini Sürekli Temiz Tutan Lotus Bitkisi

Lotus bitkisi (beyaz nilüfer), çamurlu ve kirli ortamlarda yetişir.Buna rağmen bitkinin yaprakları sürekli temizdir. Çünkü bitki, üzerine en ufak bir toz zerresi geldiğinde hemen yapraklarını sallar ve toz taneciklerini belli noktalara doğru iter. Yaprağın üzerine düşen yağmur damlaları da bu noktalara doğru yönlendirilir ve buradaki tozları süpürmesi sağlanır.

Lotus bitkisinin bu özelliği, yeni bir bina yüzeyinin tasarımı için araştırmacılara ufuk açmıştır. Bunun üzerine araştırmacılar Lotusun yaprağı gibi, yağmur sularını kullanarak üzerindeki kiri temizleyen bina yüzeyleri üzerinde çalışmaya başlamışlardır. Bu çalışmalar sonunda ISPO isimli bir Alman şirketi, Lotusan adı verilen cephe kaplama malzemesini üretmiştir. Asya ve Avrupa'da bulunan satış noktalarında piyasaya sunulan bu ürün için 'deterjana gerek kalmadan 5 yıl boyunca kendini temiz tutacağı garantisi' bile verilmiştir.

Doğadaki pek çok canlı, kendi yüzeylerini koruyan çeşitli özelliklere sahiptir. Şüphesiz ne Lotus bitkisinin yüzey yapısı ne de böceklerdeki kitin tabakası kendi kendine oluşmuştur. Hatta bu canlılar sahip oldukları üstün niteliklerden tamamen habersizdirler. Onları tüm özellikleriyle birlikte yaratan, Allah'tır. Bir Kuran ayetinde Allah'ın yaratma sanatı şöyle bildirilir:

O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. 
(Haşr Suresi, 24)

Işık Üreten Denizaltı Canlıları

Denizaltı canlılarından birçoğu da ateş böcekleri gibi ışık üretebilecekleri sistemlere sahiptir. Genellikle bunu düşmanlarını şaşırtmak ya da korkutmak için kullanırlar. Bunlardan Comb Jelly isimli canlı, tıpkı deniz anaları ve deniz anemonları gibi hassas canlılardandır. Genellikle mikroskobik bitkiler ve küçük deniz hayvanları ile beslenirler. Bazıları avlarını tıpkı balık oltası gibi suda hareket eden yapışkan dokunaçları ile yakalar. Bir başka türün ise çok geniş bir biçimde açılabilen ve diğer Comb Jellyler de dahil olmak üzere pek çok canlıyı yutabilen ağızları vardır. Comb Jelly'nin vücudunda sıra halinde ince tüyler bulunur ve hayvan bu tüylerini suda kendini ileri doğru itebilmek için kullanır. Bundan başka hemen hemen bütün Comb Jellyler'in sırtında tıpkı dikiş yerine benzeyen şeritler halinde ışık üretebilen hücreler bulunmaktadır.

Türlerin de kendi içlerinde ilginç özellikleri vardır. Örneğin kırmızı Comb Jelly dokunulduğunda parlar. Aynı zamanda suya parıldayan, ışıklı taneler bırakabilir. Bu, düşmanlardan kurtulmak için kullanılan bir şaşırtma yöntemidir. (1)

Işık Üreten Denizaltı Canlıları
Işık Üreten Denizaltı Canlıları


Denizyıldızları, denizkestaneleri, tüylü yıldızlar gibi canlılar "dikenli hayvanlar" olarak adlandırılır. Bu hayvanların birçoğunun derisi savunma amacıyla kullandıkları keskin dikenlerle kaplıdır. Deniz kıyılarında, mercan kayalıklarında ve deniz yataklarında yaşarlar. Bu canlılar da düşmanlarından korunmak için kendi ışıklarını üretirler. Parlak kollara ya da omurgalara sahip olan bu canlılar kendilerine saldırı olduğunda suda ışık bulutları oluşturabilir.

Korunmak için ışık üreten canlılara başka bir örnek olarak da bir denizyıldızı türünü verebiliriz. Bu denizyıldızı deniz yüzeyinin yaklaşık 1000 m. dibinde yaşamaktadır. Kollarının ucundan parlak yeşil-mavi ışıklar saçar. Işıklı uyarısı düşmanlarına kötü bir tadı olduğunu bildirmek içindir. Yine başka bir denizyıldızı türü ise kendisine saldırıldığında parlamaya başlar ve düşmanı uzaklaştırmak için kollarından birini düşmana doğru fırlatır. Bu, denizyıldızının kullandığı önemli bir savunma taktiğidir. Kopan kolun beyaz ışık saçmaya devam etmesi düşmanın dikkatini kola yöneltir. Denizyıldızı da bu sırada kaçar. (2)

Canlılardaki ışık üretme mekanizmaları da, görüldüğü gibi, Allah'ın yaratışındaki muhteşemliğin örneklerindendir. Allah hiçbir örnek edinmeksizin yaratandır.



NOTLAR

1- Anita Ganeri, Creatures That Glow in The Dark, Marshall Editions dev., 1995, s. 28
2- Anita Ganeri, Creatures That Glow in The Dark, Marshall Editions dev., 1995, s. 16

Bitkilerdeki Tasarım ve Biyomimetik

Birisi size son yıllarda kullanmaya başladığımız fiberoptik teknolojisini (ışık ve yüksek kapasitede bilgi iletme özelliğine sahip fiber optik kablolardan oluşan sistem) milyonlarca yıldır kullanan canlılar olduğunu söyleseydi ne düşünürdünüz?

Söz konusu teknolojiyi kullananlar çok iyi tanıdığımız ancak belki de sahip oldukları üstün tasarım çoğu kimsenin aklına dahi gelmeyen bitkilerdir.

Pek çok insan çevresine alışkanlıkla, yüzeysel olarak bakar, Allah'ın canlılarda yarattığı üstün tasarım örneklerini görmezden gelerek hiç düşünmez. Oysa bütün canlılar bu alışkanlık perdesini kaldıracak sırlarla doludur. Bu sırları keşfedebilmek için sadece neden, nasıl, niçin sorularını sormak yeterlidir. Bu soruların cevaplarını düşünen insan çevremizde gördüğümüz herşeyi sonsuz güç, bilgi ve akıl sahibi bir Yaratıcının, üstün güç sahibi Rabbimizin yarattığını fark edecektir. Örnek olarak bitkilerin gerçekleştirdiği fotosentez olayını alalım. Fotosentez sırları hala çözülememiş bir yaratılış mucizesidir.

Bitki hücrelerinin güneş ışığını, insanların ve hayvanların besin yoluyla alabilecekleri bir enerjiye dönüştürmelerine "fotosentez" denir. Bu tanım belki ilk okuyuşta pek çok kimse için çok dikkat çekici olmayabilir. Ne var ki biyomimetik uzmanları fotosentezin yapay olarak gerçekleştirilmesinin tüm dünyayı değiştirecek bir olay olduğuna inanmaktadırlar.

Bitkiler fotosentezi birbirini takip eden oldukça karmaşık bir dizi işlem sonucunda gerçekleştirirler. Bu işlemlerin tam olarak neler olduğu henüz bilinmemektedir.

Fotosentezin sadece bu özelliği bile evrim teorisini savunanlara söz hakkı tanımamaktadır. Prof. Dr. Ali Demirsoy'un şu sözleri, evrimci bilim adamlarının fotosentez karşısında içine düştükleri açmazı çok iyi bir şekilde tarif eder:

Fotosentez oldukça karmaşık bir olaydır ve hücrenin içerisindeki organelde ortaya çıkması olanaksız görülmektedir. Çünkü tüm kademelerin birden oluşması olanaksız, tek tek oluşması da anlamsızdır. ( Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, s.80 )

Bitkiler güneş ışığını "kloroplast" adı verilen doğal solar hücrelerle yakalarlar. Biz de yapay solar hücrelerle (güneş panelleri) elde edilen enerjiyi alarak pillerde depolarız.

Solar hücre (güneş paneli), ışığı elektrik enerjisine çevirir. Hücrenin düşük güçlü çıktısı (low power output), çok sayıda panel kullanılmasını gerektirir. Solar hücrelerin, insanların ihtiyaç duyduğu enerjiyi karşılayabilmeleri için yapraklarda olduğu gibi sadece güneş ışıklarına bakmaları yeterlidir. Kloroplastların yaptığı iş tam olarak taklit edilebildiğinde yüksek enerji sarfiyatı yapan cihazların bile küçücük güneş pilleri ile çalıştırılabilmesi mümkün olacaktır. Uzay mekikleri ve yapay uydular başka bir enerji kaynağına ihtiyaç duymadan sadece güneş enerjisi ile uçabilecektir.

Böylesine üstün özelliklere sahip olan, bilim adamlarının büyük bir hayranlık duydukları ve taklit etmeye çalıştıkları bitkiler de, yaratılan her canlı gibi Allah'a boyun eğmiştir. Bu gerçek, bir ayette şöyle bildirilir:

Bitki ve ağaç (O'na) secde etmektedirler. (Rahman Suresi, 6)

Korunan Yüzeyler

Her eşyanın yüzeyinin sudan , kirden hatta parlak ışıktan bile zarar görme ihtimali vardır. Bundan ötürü bilim adamları araba ve mobilya cilalarını, ultraviyole güneş ışınlarını engelleyen sıvıları üretmişlerdir. Hepsinin amacı, yüzeyi, meydana gelebilecek herhangi bir aşınma ve yırtınmadan korumaktır. Doğadaki hayvanlar ve bitkiler de, kendi hücrelerinin içlerinde, yüzeylerini dış etkenlere karşı koruyacak birtakım kimyasal maddeler üretirler. Doğadaki canlıların bünyeleri tarafından üretilen ve bilim adamlarını hayrete düşüren bu kimyasal karışımlar, tasarımcıların taklit etmek için uğraştıkları kompleks örneklerdir.

Ahşap yüzeyleri kaplamak, kirden ve aşınmadan korunmalarını sağlamak açısından oldukça önemlidir. Özellikle de yumuşak ahşapların içine girerek onları çürütebilecek su sızıntılarına karşı bunu yapmak çok gerekli bir işlemdir. Peki, kullanılan ilk ahşap kaplamaların doğal yağlardan ve böceklerin ürettiği salgılardan elde edilen malzemelerden yapıldığını biliyor muydunuz?

İnsanların günlük hayatta kullandığı birçok koruyucu malzeme aslında doğadaki canlılar tarafından çok daha önceden kullanılmaktadır. Ahşap kaplama bunlardan yalnızca bir tanesidir. Böceklerin sert kabukları da onları, suya ve dışarıdan gelebilecek hasarlara karşı korumaktadır.

" Sclerotin " adı verilen bir protein tarafından güçlendirilmiş bu kabuklar, böceklere doğadaki en sert yüzeye sahip canlılar olma özelliğini verir. Ayrıca böceklerin kabuğunda bulunan kitin tabakası da rengini ve parlaklığını zaman içerisinde yitirmez.

Bütün bunlar düşünüldüğünde inşaatlarda dış yüzeylerin kaplaması ve korunması için üretilecek sistemlerin böceklerinkine benzer bir tasarıma sahip olmasının çok daha kazançlı olacağı açıkça görülmektedir.