Talihsiz halkların hiçbirinin kendi tarihi yoktur.
Evrenin belleğinde yer almayı hak etmek için, bir ulusun yaşamını ya da bir insanın yazgılarını etkilemiş olayların hatırasını korumayı sağlamak ve onları geleceğe aktarabilmek adına, sözkonusu ulusun ya da insanın kahraman ya da mazlum, acınası ya da ürkütücü olması yetmiyor.
Bu işte biraz da şans payının olması, bu şansın onları aynı talihsizliklere katlanmış ya da aynı başarılara ulaşmış başka yüzlercesinden ayrı kılması gerekiyor.
Gelelim ilk tanıyanların Indiens adını verdikleri Kızılderililerin tarih sahnesine çıkışlarına…
Öncelikle bu ismin nereden geldiğine bir açıklık getirmek istiyorum. Öyle ki bildiğiniz üzere Kristof Kolomb Amerika’ya ayak bastığında yeni bir deniz yoluyla Hindistan civarına ulaştığını sandı ve bu nedenle orada karşılaştığı ilk sakinlere Hintliler (Indiens) adını verdi.
Onun ardından gelenler buraya ‘Hint Adaları’ bildiler ve bu uzun süre böyle kaldı. Bir diğeri olan ‘Kızılderili’ sıfatı ise ilkellerin kendilerini boyadıkları renklerden gelir.
Kuşaklar boyunca onlar bizim gençliğimizin en sevilen kahramanlarıydı ve samimi söylemek gerekirse, içimizden birçoğu, çocukluk anılarında Oturan Boğa ya da Şahin Gözü isimlerinin kendilerine Sezar’ınkinden daha yakın geldiğini itiraf edeceklerdir!..
Ama biz bu renkli ve özgün insanları, hayal gücünün gerçeklikten çok daha büyük bir pay sahibi olduğu serüven romanlarında,düşsel yapıtlarda ya da anlatırlarda topladık. Hal bu ki bu erdemli insanlar tarih sahnesinde büyük şanssızlıklara ve acılara şahit olmuşlardır.
Kuşaklar boyunca onlar bizim gençliğimizin en sevilen kahramanlarıydı ve samimi söylemek gerekirse, içimizden birçoğu, çocukluk anılarında Oturan Boğa ya da Şahin Gözü isimlerinin kendilerine Sezar’ınkinden daha yakın geldiğini itiraf edeceklerdir!..
Ama biz bu renkli ve özgün insanları, hayal gücünün gerçeklikten çok daha büyük bir pay sahibi olduğu serüven romanlarında,düşsel yapıtlarda ya da anlatırlarda topladık. Hal bu ki bu erdemli insanlar tarih sahnesinde büyük şanssızlıklara ve acılara şahit olmuşlardır.
Peki bu ilkel topluluklar nereden geliyor ?
Orta Asya’dan yola çıkan bu destansı hikaye, Moğol bozkırlarının dağınık topluluğu,öbek öbek Sibirya’da yayılıyor, Alaska’ya ulaşıyor ve yavaş yavaş Kuzey Amerika’yı işgal ediyordu…
Birçok tez ve görüş Avrupalıların gelişinden önce Kızılderililerin elinde tuttuğu bölgenin masalsı zenginlikte olduğunu ve bulunan yerleşik hayatın ahalisinin sayısı yayıldıkları orana göre çok az olduğunu savunuyor. Buraya ilk yerleşenler ise Çerokiler, Seminoller ve Muşikilerdir.
Fakat varolduğu topraklarda yeterli verimi alamayan Avrupalılar, Kuzey Amerika’yı işgal edip varolan yerlileri zorlayarak püskürtmüşlerdir. Çıkan acınası savaşlara başkaldıran ve kahramanlık yapan kabileler, Avrupalıların hiç adil olmayan güç üstünlüğü sebebiyle bu toprakları terk etmek zorunda kalmışlar. Kızılderililerin geçimleri için çok önemli olan bizonlar avrupalı kaşiflerin maddi kazançları uğruna yok edilmiş, el değmemiş ormanlar heba edilmiştir. 1862′de yaklaşık 9,5 milyon bizon varken, hepsini etleri,derileri ve kemikleri için yok edilmiştir.
Peki Kızılderililerin inançları ve din anlayışları nelerdi ?
Aslında eskiden beri varolan Kızılderilileri düzenli bir biçimde karalamaya çalışan insanların tümü, onları her biri manevi açıdan vahşi bir hayvandan farksız,acımasız ilkel insanlar gibi, sadece en basit ve en acımasız içgüdülerini doyurmakla meşgul, kısacası, hiçbir düşüncesi olmayan varlıklar olarak tanıttılar.
Aslında eskiden beri varolan Kızılderilileri düzenli bir biçimde karalamaya çalışan insanların tümü, onları her biri manevi açıdan vahşi bir hayvandan farksız,acımasız ilkel insanlar gibi, sadece en basit ve en acımasız içgüdülerini doyurmakla meşgul, kısacası, hiçbir düşüncesi olmayan varlıklar olarak tanıttılar.
Oysa ki gerçek bambaşka. Yerlilerin yaşamında dua ve yakarış kaçınılmaz bir ödev, kutsal bir borçluluk halini alırdı. Zaten başka türlü düşünülemezdi… Neden derseniz, şöyle açıklayayım; denizci,çoban,dağlı,göçebe gibi doğanın görkemli görüntüleri karşısında yaşayan tüm insanlar derindir,inançlıdır.
Çünkü önce görüntünün görkemi kendini onların ruhlarına kabul ettirir daha sonra doğanın ıssızlığı ve sessizliği onlara düşünmek için çok zaman bırakır.
Kabilelerin birçoğu her şeyin yaratıcısı olan ‘Ulu Manitu’ yani Yüce Ruh’a inanırlar. İbadetleri ise günün her saatinde yağmur altında kayalıklarda, ihtişamıyla kendine çeken şelale önlerinde düşünce yolu ile sözsüz gerçekleşiyordu..
Sözüm sıra aslında bu da bir tür meditasyon da değil mi sizce de ? Dingin ruhu bedenden ayırıp doğa ile özdeştirmek. Demek istediğim Tabiat Ana ile dost olan bu uygarlık birçok ulustan daha inançlıdır.
Eğer insan ruhunun yücelmesi maddeden kurtulmak ve bir üstbilince doğru uzanmak üzere harcadığı çaba ile ölçülürse, barbar Kızılderililerin ruhu birçok uygar insanınkinden daha yüce ve daha soyludur…
Gerek inançları gerek savaşçı nitelikleri olsun birçok ulusa örnek olmuş, atasözleri ile günümüzde dahi hayrete düşüren birçok Kızılderili kabilesi neslini devam ettirememiş tarihi sayfalara gömülmüştür. Bugün ise ABD’de hükümet tarafından resmen tanınan 554 Kızılderili kabilesi vardır.
Birçok görüş ise Kızılderili ile Türklerin aynı genleri taşıdığını, aynı topraklardan geldiğini iddia etmekte. Gerek olsun Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan bir göç, gerek ise DNA yapısındaki uyuşma ve yüz şeklindeki benzerlikler bizi bu düşünceye itiyor.
Birçok görüş ise Kızılderili ile Türklerin aynı genleri taşıdığını, aynı topraklardan geldiğini iddia etmekte. Gerek olsun Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan bir göç, gerek ise DNA yapısındaki uyuşma ve yüz şeklindeki benzerlikler bizi bu düşünceye itiyor.
Belki doğru belki sadece bir varsayımdan ibaret fakat şunu bilmeliyiz ki, derin ruhumuz ve milletçe doğaya duyduğumuz aşk, Kızılderililer ile ortak kanı taşıdığımız fikrini doğrulamaya yetmektedir.
Dünya’da son derece hızlı bir şekilde tükenen doğal yaşamın bize getireceği olumsuzlukları bir Kızılderili Atasözü ile nitelendirmek istiyorum. ‘Canlıların yok edildiği bir dünyada insanın ruhu yanlızlıktan ölür gibi geliyor bize. Unutmayın, bugün canlıların başına gelen yarın insanların başına gelir…’
Dünya’da son derece hızlı bir şekilde tükenen doğal yaşamın bize getireceği olumsuzlukları bir Kızılderili Atasözü ile nitelendirmek istiyorum. ‘Canlıların yok edildiği bir dünyada insanın ruhu yanlızlıktan ölür gibi geliyor bize. Unutmayın, bugün canlıların başına gelen yarın insanların başına gelir…’
Yazar: Ozan GÜNGÖR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Teşekkürler