Fairy Tail 2 Başlangıç Müziği Türkçe Çeviri


fairy tail 2 başlangıç müziği çeviri

Yume wo otte mayoi kon da kokoro no mori no oku
hayallerimi takip ederken kayboldum kalbimin ormanlarının derinlikerinde

Kakamiyori sun da izumi utsuru yugan da Smile
ayna yerine berrak kaynak suyunda eciş bücüş bir halde yansıyor gülümsemem

Koboreta namida wa (Don't cry) Kin demo gin demo nakute
dökülen göz yaşlarım ne altın ne gümüş

Arifureta namida (Fall from my eyes) Megami mo kizukanai
sıradan gözyaşları sadece (gözlerimden akan) tanrıçalar bile fark edemez bunu

Masayume chasing chasing
gerçekleşen hayallerinin peşinde, peşinde
Koero motto jibun shijou saikou no
aşıyorsun dahada kendini tarihin gelmiş geçmiş en güçlüsü olsanda

Ima wo Chasing Chasing
anın peşinde, peşinde
Sou egaita jibun ni natte moyasemure no hi wo
tasarladığın kişiye dönüşürken yak göğsündeki ateşi
Nanana oh Nanana Hey Hey
Kakenukero Hero
aş geç engelleri kahraman
Nanana oh Nanana Hey Hey

Moyasemure no hi wo
yak göğsündeki ateşi

Fairy Tail 2 Opening Song

BoA- Masayume Chasing

Fairy Tail 2 Başlangıç müziği

Yume wo otte mayoi kon da kokoro no mori no oku
hayallerimi takip ederken kayboldum kalbimin ormanlarının derinlikerinde

Kakamiyori sun da izumi utsuru yugan da Smile
ayna yerine berrak kaynak suyunda eciş bücüş bir halde yansıyor gülümsemem

Koboreta namida wa (Don't cry) Kin demo gin demo nakute
dökülen göz yaşlarım ne altın ne gümüş

Arifureta namida (Fall from my eyes) Megami mo kizukanai
sıradan gözyaşları sadece (gözlerimden akan) tanrıçalar bile fark edemez bunu

Masayume chasing chasing
gerçekleşen hayallerinin peşinde, peşinde

Koero motto jibun shijou saikou no
aşıyorsun dahada kendini tarihin gelmiş geçmiş en güçlüsü olsanda

Ima wo Chasing Chasing
anın peşinde, peşinde

Sou egaita jibun ni natte moyasemure no hi wo
tasarladığın kişiye dönüşürken yak göğsündeki ateşi

Nanana oh Nanana Hey Hey

Kakenukero Hero
aş geç engelleri kahraman

Nanana oh Nanana Hey Hey

Moyasemure no hi wo
yak göğsündeki ateşi

Fairy Tail 2 4. Bölüm



Fairy Tail 2 3. Bölüm



Fairy Tail 2 2. Bölüm



Fairy Tail 2 1. Bölüm



Ali Ekber Çiçek

Ali Ekber Çiçek
Ali Ekber Çiçek, (d. 1935, Ulalar Köyü-Erzincan – ö. 26 Nisan 2006 İstanbul). Türk halk müziği sanatçısı.

Çiçek, babasını 1939 Erzincan depreminde yitirdi ve küçük yaşlarda rençberlik yapmaya başladı. Bu arada bağlamayı öğrendi ve cem toplantılarında kulağı Alevi deyişleri ve ezgileriyle doldu. İlkokul öğreniminden sonra maddi olanaksızlıklar sonucu öğrenimini sürdüremedi, ancak ağır yaşam şartlarına karşın müzikten hiç kopmadı.

Müzik aşkı ağır basınca İstanbul'a göç etti ve halk müziğinin önemli isimleriyle tanıştı. Askerden sonra TRT'nin açtığı sınavı kazanarak, Muzaffer Sarısözen döneminde TRT Ankara Radyosu'na ve Yurttan Sesler Korosu'na girdi. 35 yılı aşkın bir sürede 400'den fazla türküyü derleyerek geniş kitlelere ulaştırdı.

TRT arşivlerinde 54 kaseti bulunan Ali Ekber Çiçek'in Türkiye'deki bütün türkücüler tarafından derlemeleri söylenmektedir. 2003 yılının başlarında TRT Belgesel Programlar Müdürlüğü tarafından Ali Ekber Çiçek'in hayatını anlatan Cahilden Uzak Dur, Kemale Yakın isimli belgesel çekilmiştir.

Ali Ekber Çiçek'in mezarı, Tahtalıkuşlar Köyü mezarlığı,Edremit
Başta Haydar Haydar olmak üzere Türk halk müziğine birçok unutulmaz türkü armağan eden bağlama sanatçısı ve derlemecidir. Kendisi gibi sanatçı olan Cemile Cevher Çiçek ile evli olan Ali Ekber Çiçek yakalandığı kanser hastalığından kurtulamayarak, 2006 yılında, 71 yaşında hayata veda etti. Kabri Balıkesir' e bağlı Edremit' in Tahtakuşlar köyündedir.

Çiçek'ten derlenen bazı türküler
Haydar Haydar (Ondört Bin Yıl Gezdim Pervanelikte)
Böyle İkrarınan Böyle Yolunan
Bunca Olan Emeğimi
Derdim Çoktur Hangisine Yanayım
Ey Erenler Akıl Fikir Eyleyin
Gönül Gel Seninle muhabbet Edelim
Gurbet Elde Bir Hal Geldi Başıma
Gurbet Elde Yadellerin Derdini
Gül Yüzlü Sevdiğim
Hazin Hazin Esen Seher Yelleri
İsmini Sevdiğim Saadetli Dostum
Nasıl Yar Diyeyim Ben Böyle Yare
Sarı saçlı yarim

Derlediği bazı türküler
Bir güzeli kethedeyim
Çoktan Beri Yollarını Gözlerim
El Vurup Yaremi İncitme Tabib
Gönül gel varalım gülşen bağına
Şepke'nin Kavakları
Ağlama Gözlerim.

Taş Devri (çizgi film)

Taş Devri (Özgün adı: The Flintstones), ABD kaynaklı televizyon için yapılmış bir çizgi film dizisi. Yapımcısı Hanna-Barbera Productions'dır. 1950 yıllarında serbest olarak sitkomu The Honeymooners sunuculuğunda yayına başladı, Taş Devri 1960 - 1966 yılları arasında Amerikan 'prime time'da altı sezon boyunca ABC kanalında gösterildi. Taş Devri'nin yayın hakları Screen Gems (ve daha sonra Worldvision Enterprises'e aitken daha sonra Turner Program Services)'e geçti. Şu an yayın hakları Warner Bros. Television'a aittir.(Time Warner'ın Turner'ı satınalmasından sonra.)

Karakterler

Çakmaktaşlar Kaldırımtaşı Sokak no. 323 Taşyatağı'nda yaşarlar. (Ancak sezon 2, "The X-Ray Story" isimli bölümde adresleri Taş mağara yolu no.25 olarak geçer.)

Çakmaktaşlar
Fred Çakmaktaş - Asıl karakter
Wilma Çakmaktaş -Fred'in karısı
Çakıl Çakmaktaş Çakmaktaşların Kızı
Dino - Çakmaktaşların köpek gibi havlayan evcil dinozoru
Bebek Puss - Çakmaktaşların keskin dişli kedisi.
İnci Slaghoople - Vilma'nın annesi.
Tex Sertkaya - Fred'in eniştesi.
Jemina Sertkaya - Fred'in halası
Moloztaşlar[değiştir | kaynağı değiştir]
Barni Moloztaş - Fred'in en yakın arkadaşı ve komşusu.
Beti Moloztaş (kızlık adı Elizabeth Jean McBricker) - Barni'nin karısı.
Bambam Moloztaş - Moloztaşların çocugu güçlü bir bebek.
Hoppi - Moloztaşların kanguru/dinozor karışımı ev hayvanı.

Türker İnanoğlu ve Yönettiği Filmler

Türker İnanoğlu (d. 18 Mayıs 1936) film yönetmeni, yapımcı, senaryo yazarı ve iş adamı.

Türker İnanoğlu 1936 yılında Safranbolu'da doğdu. İlk ve ortaokul eğitimini Safranbolu'da, lise ve yüksek eğitimini İstanbul'da yaptı. 1957 yılında Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu'nda öğrenciyken yönetmen yardımcısı olarak sinema alanına girdi. Ömer Lütfi Akad ve Nişan Hançer gibi ünlü yönetmenlerle çalıştı. 1959 yılında yaptığı Senden Ayrı Yaşayamam filmiyle yönetmenliğe başladı. 1960 yılında Erler Film adında kendi sahibi olduğu bir film şirketi kurdu. 1979'da Ulusal Video şirketini, 1985 yılında da bir televizyon stüdyosu kurdu. Çok sayıda televizyon yapımlarına imzasını attı.

Beyoğlu'nda Atlas Sineması, Şişli'de Kent Sineması, Kavacık'ta Boğaziçi Sinemalarının da sahibidir. 2005 yılında İstanbul Maslak'ta, TİM (Türker İnanoğlu Maslak Show Center) açtı.

Oyuncu Filiz Akın'la yaptığı evlilkten İlker İnanoğlu dünyaya gelmiştir. Filiz Akın'dan ayrıldıktan sonra 1974 yılında Gülşen Bubikoğlu ile evlenmiş ve bu evlilikten Zeynep isminde bir kızı olmuştur.

Yönettiği filmler
1959-Senden Ayrı Yaşayamam (Önder Somer - Aysel Tanju)
1960-Küçük Kahraman (Baki Tamer - Cavidan Dora - Atilla Engin)
1960-Köyde Bir Kız Sevdim (Baki Tamer - Türkan Şoray)
1960-İçimizden Biri (Turan Seyfioğlu - Cavidan Dora - Kenan Pars)
1960-Cambaz Kızın Aşkı (Sabina - Efkan Efekan - Turgut Özatay)
1961-Doğmadan Ölenler (Gülistan Güzey - Turgut Özatay)
1961-Hancı (Gülistan Güzey - Turgut Özatay - Cavidan Dora - Aysel Tanju)
1962-Kiralık Koca (Göksel Arsoy - Fatma Girik - Öztürk Serengil)
1962-Kanun Kanundur (Lale Oraloğlu - Hayati Hamzaoğlu - Neşe Yulaç - Nebahat Çehre - Öztürk Serengil)
1962-Belki Bir Sabah Geleceksin (Muhterem Nur - Işın Kaan - Kenan Pars)
1962-Küçük Beyefendi (Göksel Arsoy - Fatma Girik - Kenan Pars - Aysel Tanju)
1962-Kalp Yarası (Kenan Pars - Gönül Beyhan - Suna Selen)
1962-Çöpçatan (Eşref Kolçak - Parla Şenol - Fatma Girik - Suphi Kaner - Öztürk Serengil)
1963-Yolcu (Muhterem Nur - Turgut Özatay - Yılmaz Duru - Aysel Tanju)
1963-Kadın Berberi (Filiz Akın - Ayhan Işık - Öztürk Serengil)
1963-Bulunmaz Uşak (Göksel Arsoy - Fatma Girik - Suphi Kaner - Aysel Tanju)
1963-Bahriyeli Ahmet ( Ayhan Işık - Parla Şenol - Semra Sar - Suphi Kaner - Aysel Tanju)
1964-Beyoğlu Piliçleri (Filiz Akın - Eşref Kolçak - Yılmaz Duru - Sevda Ferdağ)
1964-Bekarlık Sultanlıktır (Filiz Akın - Yılmaz Duru)
1964-Yankesici Kız (Filiz Akın - Orhan Günşiray - Cüneyt Arkın)
1964-Mirasyedi (Filiz Akın - Ahmet Sezgin)
1964-Meyhaneci (Filiz Akın - Tamer Yiğit - Turgut Özatay)
1965-Zennube (Sevim Çağlayan - Tamer Yiğit - Çolpan İlhan)
1965-Yankesici Kızın Aşkı (Filiz Akın - Sadri Alışık - Çolpan İlhan)
1965-Tamirci Parçası (Filiz Akın - Ayhan Işık - Çolpan İlhan)
1965-Babasına Bak Oğlunu Al (Filiz Akın - Öztürk Serengil - Vahi Öz)
1966-Ölmek Mi Yaşamak Mı (Hülya Koçyiğit - Yusuf Sezgin - Önder Somer)
1966-İntikam Uğruna (Cüneyt Arkın - Selda Alkor - Önder Somer)
1966-Efkarlıyım Abiler (Filiz Akın - Sadri Alışık)
1966-Beyoğlu Esrarı (İzzet Günay - Selma Güneri - Öztürk Serengil)
1966-Bar Kızı (Filiz Akın - Ediz Hun - Turgut Özatay - Cahit Irgat)
1966-Aşk Mücadelesi (Hülya Koçyiğit - Yusuf Sezgin - Turgut Özatay - Cahit Irgat)
1966-Ağlama Değmez Hayat (Sadri Alışık - Mine Mutlu - Önder Somer)
1966-Affedilmeyen (Filiz Akın - Cüneyt Arkın - Gürel Ünlüsoy)
1966-Vur Emri (Filiz Akın - Ayhan Işık - Turgut Özatay)
1966-Suçsuz Firari (Cüneyt Arkın - Sema Özcan - Nilüfer Koçyiğit - Öztürk Serengil)
1966-Satılık Kalp (Belgin Doruk - Cüneyt Arkın - Turgut Özatay)
1966-Milyonerin Kızı (Leyla Tunca - Tamer Yiğit - Muzaffer Tema - Öztürk Serengil)
1966-Kolejli Kızın Aşkı (Filiz Akın - Ayhan Işık - Turgut Özatay - Çolpan İlhan)
1966-Kaderin Cilvesi (Filiz Akın - Sadri Alışık - Yusuf Sezgin - Muzaffer Tema - Çolpan İlhan)
1966-İdam Mahkumu (Ayhan Işık - Gönül Yazar - Turgut Özatay - Çolpan İlhan - Sissi Uruguan)
1967-Kardeş Kavgası (Hülya Koçyiğit - İzzet Günay - Yusuf Sezgin - Sevda Ferdağ)
1967-Kader Bağı (Kartal Tibet - Semiramis Pekkan - Muzaffer Tema)
1967-Evlat Uğruna (Ekrem Bora - Selda Alkor - Selma Güneri - Muzaffer Tema)
1967-Ayrılık Saati (Filiz Akın - İzzet Günay - Önder Somer)
1967-Ağır Suç (Sadri Alışık - Sevda Ferdağ - Yusuf Sezgin - Çolpan İlhan)
1967-Zehirli Hayat (Cüneyt Arkın - Semiramis Pekkan - Önder Somer - Çolpan İlhan)
1967-Ringo Kazım (Sadri Alışık - Selma Güneri - Vahi Öz)
1967-Paşa Kızı (Filiz Akın - Kartal Tibet - Gülbin Eray - Önder Somer)
1967-Parmaklıklar Arkasında (Hülya Koçyiğit - Kartal Tibet - Tanju Gürsu)
1967-Osmanlı Kabadayısı (Kartal Tibet - Selda Alkor - Turgut Özatay)
1967-Namus Borcu (Cüneyt Arkın - Zeynep Aksu - Turgut Özatay - Yılmaz Köksal)
1968-İstanbul Tatili (Filiz Akın - Kartal Tibet - Yılmaz Köksal)
1968-Hırsız Kız (Filiz Akın - Kartal Tibet - İreç Baran)
1968-Benim De Kalbim Var (Filiz Akın - Kartal Tibet - Önder Somer - Serpil Örümcer)
1968-Bekar Odası (Filiz Akın - Sadri Alışık - Vahi Öz - Feri Cansel)
1968-Aşka Tövbe (Filiz Akın - Kartal Tibet - Önder Somer - Semiramis Pekkan - Feri Cansel)
1968-Arkadaşımın Aşkısın (Filiz Akın - İzzet Günay - Ekrem Bora)
1968-Tahran Macerası (Kartal Tibet - Fürüzan - Mine Mutlu - Cihangir Gaffari)
1968-Silahlı Paşazade (Filiz Akın - Cüneyt Arkın - Turgut Özatay - Feri Cansel)
1968-Pranga Mahkumu (Cüneyt Arkın - Semiramis Pekkan - Önder Somer)
1969-Son Mektup (Filiz Akın - Ediz Hun - Yusuf Sezgin)
1969-Sabah Yıldızı (Filiz Akın - Ediz Hun - Önder Somer)
1969-Lekeli Melek (Filiz Akın - Cüneyt Arkın - Cahit Irgat)
1969-Hüzünlü Aşk (Filiz Akın - Engin Çağlar - Ekrem Bora)
1969-Hayat Kavgası (Cüneyt Arkın - Sezer Güvenirgil - Mine Mutlu - Funda Gürçen - Önder Somer - Feri Cansel)
1969-Hancı (Sadri Alışık - Figen Say - Mine Mutlu - Funda Gürçen - Yusuf Sezgin - Ülkü Özen)
1969-Efkarlı Sosyetede (Filiz Akın - Sadri Alışık)
1969-Cilveli Kız (Filiz Akın - Kartal Tibet - Feri Cansel)
1970-Dağlar Şahini (Kartal Tibet - Zuhal Aktan - Turgut Özatay - Yılmaz Köksal)
1970-Yumurcak Köprüaltı Çocuğu (İlker İnanoğlu - Filiz Akın - Cüneyt Arkın)
1970-Yumurcak (İlker İnanoğlu - Filiz Akın - Kartal Tibet)
1970-Yarım Kalan Saadet (Filiz Akın - Cüneyt Arkın - Zuhal Aktan - Önder Somer)
1970-Söz Müdafaanın (Hülya Koçyiğit - Ediz Hun)
1970-İşportacı Kız (Filiz Akın - Kartal Tibet - Hümayun Tebrizyan - Cihangir Gaffari)
1970-Fadime (Filiz Akın - Kartal Tibet - Cihangir Gaffari)
1971-Yumurcak'ın Tatlı Rüyaları (İlker İnanoğlu - Filiz Akın - Ediz Hun)
1971-Güzel Şöför (Filiz Akın - Alp Aslan Emir - Hümayun Tebrizyan)
1971-Fadime Cambazhane Gülü (Filiz Akın - Ediz Hun)
1971-Deli Murat (Kartal Tibet - Zuhal Aktan - Turgut Özatay - Önder Somer)
1972-Ayrılık (Filiz Akın - Ediz Hun - Ekrem Bora)
1974-Soyguncular (Filiz Akın - Ediz Hun - Ekrem Bora)
1977-Bizim Kız (Tarık Akan - Gülşen Bubikoğlu - Öztürk Serengil)
1987-Hafız Yusuf Efendi (Ahmet Özhan - Sibel Turnagöl - Haluk Kurdoğlu - Fulden Uras)
1987-Gönülden Gönüle (Ahmet Özhan - Sibel Turnagöl - Haluk Kurdoğlu - Fulden Uras)

Çernobil reaktör kazası


Çernobil reaktör kazası, bir deney sırasında meydana gelen 20. yüzyılın ilk büyük nükleer kazasıdır. Ukrayna'nın Kiev iline bağlı Çernobil kentindeki Nükleer Güç Reaktörünün 4. ünitesinde 26 Nisan 1986 günü erken saatlerde meydana gelen nükleer kaza sonrasında atmosfere büyük miktarda fisyon ürünleri salındığı 30 Nisan 1986 günü tüm dünya tarafından öğrenildi.

Kazanın sebebi

Çernobil 4. reaktörün felaketten sonraki durumu
1986’da Ukrayna’daki (O dönemde SSCB’nin bir parçasıydı) Kiev’in 140 km kuzeyinde bulunan Çernobil Nükleer Santralı’nda gerçekleşen kaza, her biri 1.000 Megawatt (MW) gücünde olan dört reaktörüni hatalı tasarımının yanı sıra reaktörlerden birinde deney yapmak için güvenlik sisteminin devre dışı bırakılıp peşpeşe hatalar meydana gelmesi nedeniyle oldu.

Deneyin yapılacağı 25 Nisan 1986 günü önce reaktörün gücü yarıya düşürüldü, ardından da acil soğutma sistemi ile deney sırasında reaktörün kapanmasını önlemek için tehlike anında çalışmaya başlayan güvenlik sistemi devre dışı bırakıldı. 26 Nisan günü saat 00:23’i biraz geçe teknisyenler deneyin son hazırlıklarını tamamlamak üzere ek su pompalarını çalıştırdılar. Bunun sonucunda gücünün yüzde 7’siyle çalışmakta olan reaktörde buhar basıncı düştü ve buhar ayırma tamburlarındaki su düzeyi güvenlik sınırının altına indi. Normal olarak bu durumda reaktörün güvenlik sistemine ulaşması gereken sinyaller de teknisyenler tarafından engellendi. Su düzeyini yükseltmek için buhar sistemine koşulların oluştuğuna karar verildi. Büyük patlama ise saat 01:23 meydana geldi.

Deneyin amacı; reaktörün çalışması aniden durdurulduğunda buhar türbinlerinin daha ne kadar süreyle çalışmayı sürdüreceğini ve böylece ne kadar süre acil güvenlik sistemine güç sağlayabileceğini öğrenmekti. Geriye kalan öteki acil güvenlik sinyali bağlantılarını da kestikten sonra türbinlere giden buhar akışı durduruldu. Bunun sonucunda dolaşım pompaları ve reaktörün soğutma sistemi yavaşladı. Yakıt kanallarında ani bir ısı yükselmesi görüldü ve yapısal özellikleri nedeniyle reaktör tümüyle denetimden çıkmış oldu. Tehlikeyi fark eden teknisyenler, reaktörün durdurulmasını sağlamak amacıyla bütün denetim çubuklarını derhal sisteme sokmaya karar verdiler; ama aşırı derecede ısınmış bulunan reaktörlerde saat 01:26’te, yani deneye başlanmasından bir dakika sonra iki patlama oldu. Bu patlamanın ayrıntıları tam olarak bilinmemekle birlikte denetim dışı bir çekirdek tepkimesinin gerçekleşmiş olduğu anlaşılmaktadır. Üç saniye içinde reaktörün gücü %7’den %50’ye fırladı. Yakıt parçacıklarının soğutma suyuyla karşılaşması, suyun bir anda buhara dönüşmesine yol açtı. Oluşan aşırı buhar basıncı reaktörün ve santral binasının tepesini uçurdu. Reaktördeki zirkonyum ve grafitin yüksek sıcaklıktaki buharla karşılaşması sonucu oluşan hidrojen yanarak bütün santralı alevler içinde bıraktı.

26 Nisan 1986 saat 01.23’te 4 numaralı reaktör çekirdeğinde patlamalara neden olan katastrofik güç artışı yaşadı. Bu patlamalar, atmosfere çok miktarda radyoaktif yakıtın ve hammaddenin yayılmasına ve kolayca tutşabilen grafit moderatörünün tutuşmasına neden oldu. Reaktör herhangi bir sağlam muhafaza kazanı ile kaplanmadığı için yanan grafite moderatörü dumanla taşınan radyoaktif parçacıkların yayılımını arttırdı. Normal kapama işleminde meydana gelen kaza olası acil bir durumda devreye giren soğutma özelliği güvenliğinin planlanmış bir testi sırasında oluştu. Yapılmaya Çalışılan Deney:

Nükleer güç reaktörleri, aktif olarak güç üretmediğinde bile radyoaktif maddelerin bozulma ısısını gidermek için genellikle soğutucu akışı tarafından sağlanan soğutma işlemine ihtiyaç duyar. Basınçlı su reaktörleri, atık ısıyı çıkarmak için yüksek basınçlı su akışını kullanır. Kaza durumundaki bir reaktörün acil olarak durdurulmasından sonra, çekirdek hala başlangıçta tesisin toplam ısı üretiminin yaklaşık olarak % 7’ si kadar ciddi miktarda bir artık ısı üretir. Bu artık ısı soğutucu sistemleri tarafından çıkarılmazsa, ısı çekirdeğin zarar görmesine neden olabilir. Çernobilde patlayan reaktör, yaklaşık olarak 1600 ayrı yakıt kanalından oluşuyordu ve her operasyonel kanal saatte 28 ton’luk (7400galon) su akışına ihtiyaç duyuyordu. Enerji hatları şebekesinin çökmesi durumunda harici gücün, tesisin soğutucu su pompalarını acilen çalıştırmak için uygun olmayacağı yönünde endişeler vardı. Çernobil reaktörlerinin 3 tane yedek dizel jeneratörü vardı. Her jeneratör 15 saniye içinde devreye girebiliyordu, fakat tam hıza ulaşması ve ana soğutucu su pompalarından bir tanesini çalıştırmak için gerekli olan 5.5 MW ‘lik kapasiteye ulaşması 60-75 saniye alıyordu. Bu bir dakikalık güç aralığının kabul edilemez olduğu düşünülüyordu ve buhar tirbünü rotasyonel enerjisi (ya da açısal momentum)ve artık buhar basıncının (tirbün vanaları kapalı), acil durum dizel jeneratörleri yeterli dönme hızına ve voltaja ulaşana kadar, ana soğutucu su pompalarını çalıştırabilecek elektiriği üretmek için kullanılabileceği öne sürülüyordu. Teorik olarak, analizler, bu artık momentumun ve buhar basıncının, acil durum jeneratörlerinden gelen harici enerjinin başlangıcındaki kesinti ve yeterli tam güce ulaşması arasında köprü olabilecek gücü 45 saniyeliğine sağlayabilecek potansiyele sahip olduğunu gösteriyordu. Bu yeterliliğin hala deneysel olarak doğrulanması gerekiyordu ve önceki testler hep başarısızlıkla sonuçlanmıştı. 1982’ de gerçekleştirilen ilk test, tirbün jeneratörünün uyarım voltajının yetersiz kaldığını; türbinin aniden kapanmasından sonra gerekli manyetik alanı devam ettiremediğini, gösterdi. Sistem 1984’ te modifiye edilerek tekrarlandı, fakat sonuç yine başarısız oldu. 1985’ te testler üçüncü sefer yapıldı ve yine olumsuz sonuçlarla bitti. Test prosedürü 1986 da tekrar edilecekti, ve bu testin 4 numaralı reaktörün bakım için kapatılması esnasında yapılması planlandı. Test, reaktörün elektrik kaynaklarının sekanslarını cereyan verme üzerine odaklandı. Test prosedürü, bir acil durum kapatmasıyla başlamış oldu. Reaktörün güvenliği üzerinde zararlı etkisi tahmin edilmiyordu, bu yüzden test programı reaktörün tasarım şefi ya da bilimsel idarecisi ile koordineli olarak yapılmadı. Bunun yerine sadece tesis direktörü tarafından onaylandı. Test parametrelerine göre deneyin başlangıcında reaktörün ısı üretimi 700 MW’ nin altında olmamalıydı. Test koşulları planlandığı gibi olsaydı, test hemen hemen başarıyla gerçekleşebilirdi; nihai felaket, onay verilen test prosedürüne aykırı olarak deney başlar başlamaz reaktör verimini arttırmaya zorlamaktan kaynaklandı. Çernobil santrali, 2 yıl, ilk 60-75 saniye boyunca toplam elektrik gücü kaybını karşılama kapasitesi olmadan çalıştı, ve bu yüzden önemli bir güvenlik özelliğinden yoksundu. İstasyon yöneticileri büyük olasılıkla ilk fırsatta bunu düzeltmek istedi, ki bu ciddi sorunlar meydana geldiğinde bile neden deneye devam ettiklerini ve gerekli izni neden Sovyet nükleer bakım düzenleyicisinden almadıklarını açıklar(üstelik 4 no lu reaktörde bir temsilci bulunmasına rağmen. Deney prosedürünün amaçları: 1- Reaktör 700MW-800MW arasında daha düşük bir güç seviyesinde çalışıyor olacaktı. 2- Buhar tirbünü jeneratörü tam hızıyla çalışıyor olacaktı. 3- Bu koşullar sağlandığında, türbin jeneratörünün buhar desteği kapatılacaktı. 4- Türbin jeneratörü performansının, soğutma pompalarına otomatik olarak güç sağlayan ve çalıştıran acil durum dizel jeneratörleri sıralanana kadar, soğutma pompaları için gerekli köprü gücü sağlayıp sağlayamayacağı belirlenecekti. 5- Acil durum jeneratörleri normal yeterli hıza ve voltaja ulaştıktan sonra, türbin jeneratöre serbest bırakılacaktı.

Kaza öncesindeki Koşullar: Testin uygulanmasını sağlayan koşullar 25 Nisan 1986 günü gündüz vardiyasından önce oluşturuldu. Gündüz vardiyasındaki işçiler önceden uyarıldı ve bu işçiler oluşturulan prosedürlere aşinaydı. Elektrik mühendislerinden oluşan özel bir ekip yeni voltaj düzenleme sistemini test etmek üzere oradaydı. Planlandığı gibi gündüz vardiyasının işe başlamasıyla 01:06 25 Nisanda güç ünitesinin randımanı kademeleri olarak azaltılmaya başlandı ve güç seviyesi nominal 3200 MW ısı seviyesinin % 50 sine düşürüldü. Bu noktada bir diğer bölgesel güç istasyonu beklenmedik bir şekilde devre dışı kaldı ve Kiev elektrik şebekesi denetçisi akşamları oluşan yoğun elektrik talebini karşılayacak güce ihtiaç duyulduğu için çernobilde daha fazla güç azaltılmasının ertelenmesini talep etti. Çernobil santrali yöneticisi testin ertelenmesini kabul etti. Saat 23:04 te kiev elektrik şebekesi denetçisi reaktörün kapatılma işlemine devam edilmesi için izin verdi. Bu gecikmenin bazı ciddi sonuçları vardı; gündüz vardiyası geçeli çok olmuştu ve akşam vardıyası da çıkmaya hazırlanıyordu, ve gece vardıyası da işin yapılacağı gece yarısına kadar nöbeti devralmayabilirdi. Plana göre test gündüz vardiyasında bitirilmeliydi ve gece vardiyası sadece santralde beklenmedik bir kapanma olursa soğutma sistemlerinin bozulma ısısını devam ettirmekle yükümlüydü. Testi uygulamak ve hazırlanmak için gece vardiyasının zamanı çok kısıtlıydı. Vardiya değişimi sırasında güç seviyesinde % 50 den aşağı ani bir düşüş gerçekleştirildi. Alexander akimov gece vardiyası şefiydi, ve Lenoid taptunov kontrol çubuklarının hareketi dahil reaktörün operasyonel iderasinden sorumlu yöneticiydi. Genç bir mühendis olan Taptunov daha önce üç aylığına bağımsız bir yüksek mühendis olarak çalışmıştı. Test planı 4 numaralı reaktörün güç çıkışının kademeli olarak 700 MW-1000MW lik ısı seviyesine düşürülmesini gerektiriyordu. Test planında yer alan 700 mw seviyesine 26 Nisan 00:05 te ulaşıldı; ancak çekirdekteki nötron soğurucu ksenon 135 elementinin doğal yapısı yüzünden daha fazla azaltma işlemi yapılmasa bile reaktör gücü azalmaya devam etti. Güç yaklaşık olarak 500MW seviyesine ulaştığı için, Taptunov kasıtsız olarak reaktörü neredeyse kapatma noktasına getiren denetim çubuklarını devreye soktu. Taptunov ve Akimov radyasyon hastalığından öldüğü için ayrıntılı ve gerçek detayların bilinmesi zor. Reaktör gücü hemen hemen bir kapanma seviyesi olan 30 MW lik ya da daha az ısıya düştü, bu, test için güvenli olarak planlanan baştaki minimum güç seviyesinin yaklaşık olarak % 5 idi. Kontrol dairesi personeli, bunun üzerine kontrol çubuklarının büyük bölümünü yukarı çekerek gücü tekrar eski haline getirme kararı aldı. Birkaç dakika, personelin çubukları çekmesi, güç çıkışının artması ve ardından planlanan 700 MW değerinden çok daha düşük bir değer olan 160-200 MW de sabitlenmesi arasında geçti. İlk kapatma sırasındaki ani azaltma ve seviyenin 200 MW nin daha da altına düşmesi, ksenon 135 elementinin birikmesiyle reaktör çekirdeğindeki zehirlenmenin artmasına yol açtı. Bu, reaktör gücünün yükselmesini kısıtladı ve zehirlenme etkisini yok etmek için ek denetim çubuklarının reaktör çekirdeğinden çıkarılmasını zorunlu hale getirdi. Reaktörün düşük güçte ve yüksek zehirlenme oranında çalışması, dengesiz çekirdek sıcaklığı ile soğutucu akışı ve muhtemelen dengesiz nötron akısı ile birleşti. Bu noktada çeşitli alarmlar çalmaya başladı. Kontrol odası, su/buhar tamburlarının seviyesiyle ilgili ve besleme suyunun akış hızında değişiklikler ya da farklılıklar olduğuyla ilgili art arda gelen acil durum uyarıları aldı,bunun yanında tahliye vanalarının artan buharı bir türbin kondenserine tahliye etmek için açıldığını belirten ve nötron güç denetçisinden gelen uyarılar vardı. Bu periyotta 00:35 ile 00:45 arasında, termal termal hidrolik parametrelerle ilgili görünüşte reaktör gücünü korumak için dikkate alınmadı. Reaktör acil durum koruma sistemi acil durum sinyalleri, türbin jeneratörlerinin her ikisinin kapanmasına neden olan bir hatayı tetikledi. Bir süre sonra 200 mw lik güç seviyesinde daha çok ya da daha az sabit bir duruma ulaşıldı ve test hazırlıkları devam etti. Test planının bir parçası olarak ilave su pompaları 26 Nisan 00:05 te devreye sokuldu. Reaktör üzerinde artan soğutucu akışı oranı, reaktör çekirdeğinin hava giriş deliği soğutucusu sıcaklığının güvenlik payını azaltan ve suyun kabarcıklı kaynama sıcaklığını daha da yakınlaştıran bir artışa neden oldu. Akış saat 01:09 da izin verilen limiti aştı. Aynı zamanda, ilave su akışı tüm çekirdek sıcaklığını düşürdü ve çekirdekteki buhar boşluğunu azalttı. Ayrıca, su nötronları emdiği için ek su pompalarının devreye sokulması reaktör gücünü azalttı. Bu, operatörlerin güç devamını sağlamak amacıyla manual kontrol çubuklarını daha ileriye çekmek için harekete geçmesine neden oldu. Tüm bu yapılanlar kararsız bir reaktör konfigürasyonu oluşmasını sağladı. İlk olarak reaktörün ani durmasında devreye sokulan, güvenlik çubuklarının değerini sınırlayabilecek kontrol çubukları hemen hemen çıkarılmak üzereydi. Dahası reaktör soğutucusu kaynamayı azaltmıştı, fakat kaynama payını sınırlamıştı, bu yüzden her güç farklılığı su tarafından emilen nötronu azaltarak kaynama üretebilirdi. Reaktör, tasarımcılar tarafından oluşturulan güvenli çalıştırma koşullarının açık bir şekilde dışında olan kararsız bir konfigürasyondaydı.

Kazanın etkileri

Reaktör üzerine yapılan beton zırh
İngiltere'nin Galler bölgesinde kazadan iki hafta sonra saptanan yüksek radyoaktivite nedeniyle yeşil alanlara koyun ve sığırların girişi engellenmiştir.

Araştırmalarda ilk yıl doz açısından en fazla radyoaktiviteye maruz kalan Avrupa ülkesi Bulgaristan olarak belirlenmiştir. Sıralama açısından ise şemada yer alan ülkeler doz sırasına göre şu şekilde sıralanmıştır:

Birleşmiş Milletler'e bağlı kuruluşlar olan Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı, Uluslararası Sağlık Örgütü, Dünya Bankası gibi kurumların ve Rusya, Beyaz Rusya ve Ukrayna yetkililerinin oluşturduğu bir organizasyon olan Çernobil Forumu 2005 yılında “Chernobyl’s Legacy: Health, Environmental and Socio-Economic Impacts” (Çernobil’in Mirası: Sosyo-ekonomik, Çevresel ve Sağlık Bakımından Etkileri) başlıklı bir rapor yayınlamıştır.

En yüksek radyasyon dozlarına, sayıları bini bulan acil durum çalışanları ve Çernobil personeli maruz kaldı. Çalışanların bazıları için maruz kaldıkları dozlar öldürücü oldu. Zaman içinde Çernobil’de çalışan kurtarma personelinin sayısı 600 bini buldu. Bunların bazıları, çalışmaları boyunca yüksek düzeyli radyasyona maruz kaldılar. Çöken radyoaktif iyodinden kaynaklanan çocukluk tiroid kanseri, kazanın en önemli sağlık sorunlarından birisidir. Kazadan sonraki ilk aylarda, radyoaktif iyodin düzeyi yüksek sütlerden içen çocuklar yüksek radyasyon dozları aldılar. 2002 yılına kadar bu grup içinde 4000’den fazla tiroid kanseri teşhis edildi. Bu tiroid kanserlerinin büyük bölümünün radyoiyodin alımından kaynaklanmış olması çok muhtemeldir.

Bağımsız kaynaklar yüzlerce yıl boyunca Pripyat ve komşu bölgelerde yerleşimin güvenli olmadığını söylemektedirler. Ayrıca bölgeye giriş çıkışlar hala polis kontrolünde olup bazı bölgelere giriş yapılamamaktadır.

Gök Medrese (Sivas)

Gök Medrese
Asıl adı Sahibiye Medresesi. İsmi bazen bitişik olarak "Gökmedrese" şeklinde de yazılabilir.Anadolu Selçuklu Devleti’nin önemli eserlerinden biri olan Gökmedrese Sivas İli sınarları içerisindedir.

Batı yönünde giriş kapısının yer aldığı ana büyük kapı üzerindeki kitabesinden anlaşıldığına göre 1271 yılında Sahip Ata Fahrettin Ali (Arapça: صَهِپ اتَ فَكهر ال ضِن الِ Sâhip Ata Fakhr al-Din Ali) tarafından Mimar Kaluytan'a (Kaluyan el-Konevi) yaptırılmıştır. Taç kapısının yan sütunca başlıkları üzerinde karşılıklı olarak yazılı imzaya göre Gök medresenin mimarı Konyalı Kaluyan'dır.

Taç kapının üzerindeki kitabede şöyle yazılmıştır:

عمر في ايام دولة السلطان الاعظم شاهنشاه المعظم غياث الدنيا و الدين كيخسرو بن قليج آرسلان خلد الله دولته

"Ulu sultan, yüce şahlar şahı, dünya ve dinin yardımcısı Kılıç Arslan oğlu Keyhüsrev’in devleti zamanında yapılmıştır. Allah devletini daim eylesin."

Çifte minareli taç kapısı, ve kapının üzerindeki süslemeler, yapının en görkemli bölümüdür. Süslemelerde 12 tür hayvan başı, yıldız, ve hayat ağacı motifleri kullanılmıştır. Duvarları yontma kalker taşından yapılan medresenin minareleri 25 metre uzunluğundadır.

Gök Medrese açık avlulu dört eyvan şemasının uygulandığı iki katlı olduğu iddia edilen bir medresedir. Plastik sanatın şaheserlerinden olan taç kapıda mermer malzeme nedeniyle ışık gölge sistemi genel görünümünü etkilemektedir. Ayrıca sırlı tuğla ve mavi çini işçilikli tuğla örgülü minarelerde taç kapıya daha da önem kazandırmaktadır. Cephenin solunda üç dilimli kemeri, iki satırlık kitabesi ve üç yönü dolaşan geometrik bordürüyle çeşmesi cepheyi daha hareketlendirmiştir. Bu hareketliliği sağ ve sol tarafta benzemeli pencereler ve bekitme kuleler tamamlamaktadır. Medrese taç kapının üst iki köşesinde iç içe girmiş hayvan başları doldurmaktadır.

Minare kaidelerinden aşağı doğru inen mermer yüzeyde büyük boyutlarda geometrik, yazı ve bitkisel motifler simetrik durumda ve plastik görünümünde yapılmıştır. Medreseye girişte sağda mescidi bulunmaktadır. Ahşap minberi sonradan yapılmıştır. Mihrabın büyük bir kısmı günümüze kadar gelebilmiştir. Çini ile kaplı olup üzerinde Ayet-el Kürsi yazılıdır. Üçgenler ile kubbeye geçişin sağlandığı mescidin kubbesi ve etekleri de çini tezyinatlıdır.

Girişin solundaki kare planlı kubbeli oda ise Dar-ül Hadis bölümüdür. İç duvarları sıvanmıştır. Üzeri açık dikdörtgen planlı iç avlunun ortasında bir havuzu olması gerekir. Bugün yapının içinde bu havuzun mermer taşları hala durmaktadır. Anadolu’da bilinen en büyük Selçuklu havuzudur. 22 köşeli poligonil bir plana sahiptir. Avlunun kuzey ve güneyinde altı sütun üzerine inşa edilmiş bir revak kısmı bulunmaktadır. Bu revakların gerisinde küçük kapılardan hücrelere girilir. Doğu yönündeki ana eyvanı yıkılmış yerine mevcut taş ve kitabelerle bir duvar örülmüştür. Kuzey ve güneydeki yan eyvanların içi çini tezyinatla süslüdür.

1934-1967 yılları arasında müze olarak kullanılmıştır.

Siluriformes balığı

Ameiurus catus
Siluriformes (Yayıngiller), kemikli balıklar üst sınıfına ait, 34 familyayı ve dünyaca 2400 balık türünü kapsayan bir balık takımı. Siluriformes balıkları genelde yassı yapılı tatlı su balıklarıdırlar. Sadece birkaç türleri denizde, çoğu tatlısuda yaşar.

Pulları olmayan bu balıkların, ağızlarından bıyıklar sarkar. Bu bıyıklar tat alma ve dokunarak hissetme organlarıdırlar. Ağızları genelde aşağıya doğru yöneliktir, ve bu yemeklerini suyun dibinde aldıkları anlamına gelir.

Göğüs ve sırt yüzgeçlerinin tam önünde, dışarı çıkarıp tekrar içeri çekebildikleri dikenlere sahiblerdir. Bu dikenler onları balık yiyen hayvanlara karşı koruması içindir. Tehlikede olan bir balık, bu dikenlerini dışarı çıkarır ve böyle onu yutmak istiyen bir hayvan yutamaz ve bırakır. Siluriformesler Gymnotiformes takımı ile yakın akrabadır.

Avrupa'daki en yaygın türü yayın balığı'dır. Bu 3 metre boya kadar varabilen tür Türkiye'ninde her yerinde bulunur. Türkiye'de ayrıca mezopotamya yayın balığı adlı ikinci bir türü mevcuttur.

Türlerinin çoğunluğu suyun dibine bağlı bir yaşam sürdürürler ve çok çeşitli gidalarla beslenirler. Çoğu türlerde yumurtaların bakıcılığını erkek balık üstlenir.

Sırpsındığı Muharebesi


Sırpsındığı Muharebesi veya Birinci Meriç Muharebesi 1364 yılında, Sırp İmparatorluğu, Macar Krallığı, Bulgar Krallığı, Bosna Prensliği ve Eflak Prensliği'nden oluşan ittifakın, Osmanlıları Balkanlar'dan atmak için başlattıkları bir savaştır.

“Sırpsındığı” Sözünün Anlamı
“Sırpsındığı” yapısı, birleşik kelimedir. “Sırp” ve “Sındık” kelimelerinin birleşiminden oluşmuştur. İlk kelime (Sırp) bir halkın adıdır. “Sındık” kelimesi ise sı- fiiline eklenen -n- fiilden fiil yapım eki ve -DIk sıfatfiil eklerini içerir. En sonuna da isim tamlaması gereği olarak iyelik eki almıştır. Sı- fiili “1. Kırmak, bozmak. 2. Yenmek, mağlup etmek.” anlamlarını; genişlemiş şekli sın- fiili de “1. Kırılmak, parçalanmak, bozulmak. 2. Yenilmek, bozguna uğramak.” anlamlarını belirtir.

Sırpsındığı Muharebesi ,"Sırpların kırıldığı muharebe" demektir. Bunun yanında Sırpsındığı deyiminin Edirne'nin kuzey doğusunda bulunan şimdiki adı Sarayakpınar olan bu savaşın geçtiği yerin eski adını ifade ettiği de iddia edilmektedir.

Bu Muharebe İle İlgili Tartışmalar
Bu savaşın tarihi ve yeri konusunda çeşitli anlaşmazlıklar bulunmaktadır. Çeşitli Türk ve yabancı kaynaklar bu savaşın Çirmen Muharebesi’nden ayrı bir muharebe olduğunu ve Çirmen Muharebesi’nin nedenlerinden birinin de Sırplarca bu savaşın intikamını almak olduğunu belirtilmektedir. Bunun ispatı olarak da Çirmen'in bugünkü Yunanistan topraklarında olmasına karşın, 1364 yılındaki savaşın bugünkü Türkiye sınırlarında kalan ve bu yerin uzağında bir köyde olduğu, diğer taraftan papa 5.Urban'ın Çirmen Muharebesi’nden önce öldüğü gibi fikirler belirtirler.

Bunun aksi yönde Çirmen Muharebesi ile bu muharebenin aynı olduğunu iddia eden azınlık da özellikle yabancı kaynaklarda bulunmaktadır.

Bir kısım kaynaklarda 1364 yılında bahsi geçen büyük bir savaşın olduğunu ancak bu savaşın Sırpsındığı olarak değil Birinci Meriç Muharebesi olarak adlandırılması gerektiğini esas Sırpsındığı Muharebesi’nin 2. Meriç Muharebesi olarak da adlandırılan Çirmen Muharebesi olduğunu iddia ederler.

Sebep
Osmanlı Türklerinin Edirne'yi 1361'de ele geçirdikleri zaman Konstantinopolis'ten Avrupa'ya giden stratejik ana yol kesilmişti. Türk göçmenler çok sayıda ve çok hızla Trakya'ya yerleşmeye başlamışlardı. Osmanlıların 1363'de Filibe’yi ele geçirmeleri sırasında kaçan ve Sırbistan'a sığınan Bizans kumandanı Osmanlılar üzerine yürünmesini devamlı olarak tavsiye ediyordu. Bulgarlar ve Sırpların yanında Papa V.Urban'ın çabalarıyla Balkanlar’da bulunan Hıristiyan devletler olan Macar Krallığı ile Eflâk ve Bosna prenslikleri birleşik olarak bir Haçlı seferi yapmaya karar verdiler ve Osmanlı Devleti’ne karşı ilk kez Haçlı ittifakı oluşturuldu.

Savaş
1364 yılında Macar Kıralı I. Lajos, Pirlepe bölgesinin Sırp kökenli beyi Vukašin Mrnjavčević, İvan Ugleşa, Eflak Prensi ve Bosna Prensi idaresindeki birliklerden oluşan 30.000 (bazı kaynaklar 60.000) kişilik bir Haçlı ordusu kurulup Macaristan Kralı Lajos komutasında Edirne üzerine yürümeye başladı.

Trakya'daki Osmanlı birlikleri Lala Şahin Paşa idaresinde olup 12.000'i geçmiyordu. Osmanlı hükümdarı olan I. Murad Karabiga Kalesi’ni ellerinde bulduran, kendilerini Anadolu'ya getirten Bizanslılara isyan etmiş Katalan Paralı Asker Birliği kalıntıları ile uğraşmaktaydı. Murad Bey, kendisinden düşmanın sayıca fazlalığı sebebiyle yardım isteyen Lala Şahin Paşa'ya Haçlı ordusunun ilerleyişini yavaşlatma emri vermişti. Lala Şahin Paşa ise takviye gelene kadar Hacı İlbeyi emrine bir akıncı birliği verip Haçlı ordusunun Meriç Nehri'ni geçişini durdurmakla görevlendirmişti.

Fakat Haçlı ordusu Meriç Nehri’ni geçmiş ve Edirne'ye iki günlük rahat yürüyüşle gidilebilecek mesafede olan bir mevkide Meriç Nehri kıyısında kampa girmiş ve Edirne hemen ellerine geçeceğini umarak rahatlarına bakmaya düşmüşlerdi. Hacı İlbey, Lala Şahin Paşa’nın emrini dinlemedi, gece karanlığından yararlanarak askerlerinin kendilerini sayıca fazla göstermek için iki meşale taşımalarını istedi ve bu türden çeşitli taktiklerle kendi birliklerini sayıca fazla göstererek; komutasındaki daha çok hafif süvari, akıncı, şeklinde olan Osmanlı kuvvetleriyle Meriç Nehri’ni çevreleyen bataklıkları aşarak Haçlı kampına saldırdı. Bu gece saldırısını beklemeyen, uykuda veya akşamki eğlenceleri dolayısıyla içkili olan Haçlı ittifakı askerlerinin çoğu, Osmanlı ordusunun tamamının üzerine geldiklerini zannedip, geldikleri yola doğru kaçıp çekilmeye çalıştılar. Fakat bu geri çekilme bir paniğe dönüştü. Birçoğu sel suları ile yüklü geniş ve derin Meriç Nehri’ni yüzerek karşı tarafa geçmek isterken boğuldu.

Sonuçlar
Sırpsındığı Muharebesi’nin kazanılmasıyla, Edirne ve Batı Trakya, Osmanlı Devleti için daha güvenli hâle geldi. Meriç Nehri, Osmanlı kontrolüne geçti. Balkanlar’daki Macar üstünlüğü kırıldı. Bulgaristan vergiye bağlandı ve Bulgar İmparatorluğu’nun düşüşü ve Bulgaristan'ın Osmanlı eline geçiş süreci hızlandı. Osmanlı ilk kez Haçlı ordusunu yendi. Balkanlar’a geçiş kolaylaştı. Bununla birlikte bu savaş Sırplarda intikam duygusu da uyandırdığından Çirmen Savaşı’nın yapılmasında Sırplar için başlıca nedenlerden biri olmuştur.

Hacı İlbey ise Lala Şahin Paşa tarafından, kimi kaynaklara göre kendi emrini dinlemediği için kimi kaynaklara göre ise kendisi kuvvet fazlalığından korkup padişahtan kuvvet isterken altındaki bir kimsenin düşmana saldırması ve başarı kazanmasını içine sindirememesi, mahcup duruma düşmesinden, zehirlenerek öldürüldü.

Robinson Crusoe (Roman)

Robinson Crusoe
Robinson Crusoe. Daniel Defoe'nun 1719 yılında ilk basımı yapılan ve bazılarınca ilk İngilizce roman olarak nitelendirilen kitabıdır. Kitap İngiltere'de yaşayan Alman asıllı orta halli bir ailenin en küçük oğlu olan Robinson Kreutzner'in babasının tüm itirazlarına rağmen, dünyayı gezme hayalleri ile çıktığı yolculukları ve bu sırada karşılaştığı olayları anlatır. Bu yolculuklar içinde ıssız bir adada 28 senesini son üç yılı hariç yalnız geçirir.

Kitabın orijinal adı bir başlığa göre oldukça uzun sayılabilecek şekilde basılmıştır: York'lu Bir Denizcinin, Kendi Kaleminden, Deniz Kazası ile Düştüğü Amerika Sahillerindeki Oroonoque Nehri Ağzındaki Issız Bir Adada 28 Yılını Geçirirken Yaşadığı Serüvenler ve Korsanlar Tarafından Kurtarılması.

Kitaba gösterilen ilgi
İlk çıktığı 25 Nisan 1719 yılında, okurun tepkisi çok olumlu oldu. Daha yıl dolmadan, 4 baskı yaptı ve sonraki yıllarda da çok geniş bir okuyucu kitlesi edindi. 19. asrın sonlarına doğru, Batı edebiyat dünyası, kitabın farklı dillere çevrilmiş baskıları, kitapla ilgili eleştiri ve analizlere yer veren araştırmalar ve konusuyla benzerlikler içeren başka kitaplarla tanıştı. Özellikle çocuklar için kısaltılmış versiyonları ve serüvenleri anlatan sadece resim içeren kitaplar da basıldı.

Kitaba daha sonra Robinson'un adadan kurtulduktan sonra yaşadığı serüvenleri anlatan bölümler de eklendi. Fakat bu kısımlar içerdiği diğer milletleri aşağılayıcı ve eleştirel yaklaşımlar sebebiyle ilk kısımları kadar evrensel bir ilgi kazanamadı.

Gerçek öyküler
Kitabın konusunun aslında gerçek hayatta, eski adı Isla Mas a Tierra olan bir adada yalnız yaşamış Alexander Selkirk adlı İskoç bir denizcinin 1709 yılında Woodes Rogers tarafından kurtarılmasının yarattığı şaşkınlık ve ilgiden ilham alınarak yazıldığı iddia edilmiştir. Benzer bir kaynak ta müslüman dünyasından İbn-i Sina ve İbn-i Tufeyl kaynaklı Hay ibn-i Yakzan adlı kitaptır. Bu kitapta bir müslümanın adayı çekip çevirmesi anlatılır. Ancak bu romanda olaylar daha barışcıl bir dille anlatılmıştır.

Konusu
Romanın edebiyat seviyesinin düşüklüğü hakkında çeşitli eleştiriler yapılmış olmasına rağmen, etkileyici konusu ve serüvenleri ile Batı'nın sömürge tarihi ve felsefesi anlatılır. Anlatım basit cümlelerle kısa kısa, olay akışının verilişi şeklindedir. Bu yapı içerisinde adadaki yaşamın detayları ve bunların arasında Robinson'un iç konuşmaları ve o anki duygu dünyası yansıtılır.

Hikaye İngiltere'de belli bir gelir seviyesi ve mutluluk standardı yakalamış Crusoe (Kreutzner) ailesinin en küçük oğulları Robinson'un babasının aksi yöndeki telkinlerine rağmen, sıkıcı ama garantili hayatı terk ederek bir arkadaşının babasının gemisiyle denize açılması ile başlar. Bundan sonra Faslı bir denizciye köle olarak satılır (kitapta bu kişiden Türk diye söz edilmektedir). Oradan kaçması ve kendisini Brezilya'da şeker kamışı yetiştiren zengin bir çiftçi olarak bulmasına kadar birçok macera yaşar. Ancak rahat Robinson'u sıkmaktadır. Biraz da mal hırsıyla hayale kapılarak Afrika'dan köle getirip satmayı planlar. Arkadaşları ile planladığı bu yolculuk nihayetinde, ıssız bir adada kendisini bulur. Geminin enkazından kurtarabildikleri ile yaşamını sürdürecektir. Yaklaşık 24 sene sonunda adaya yabancıların geldiğini fark ederek, bunların elinden kurtardığı ve kendisine "Cuma" ismini verdiği bir yerli ile 3 sene daha adada yaşar. Cuma'ya ingilizce ve din bilgisi vererek kendisini eğitir, hizmetine alır.

Orijinalinde, ilk kitap adadan kurtulduktan sonra Robinson'un İngiltere'ye dönmesi ve bir ihtimal Robinson'un oraya tekrar dönebileceği iması ile bitirilir. Sonradan eklenen ve Robinson'un Maceraları adı verilen ikinci kitapta, Robinson adaya gerçekten döner. Ancak kendisi artık ada halkınca bir fatih ve sömürge valisi yetkilerine sahip olarak tanınmaktadır. Burada da kendince yaptığı iyilikler ve ada halkının mutluluklarına yaptığı katkıların ardından yine serüvenlerine devam etmek ve dünyayı tanımak için denize açılır. Madagaskar'dan, Çin'in kalabalık şehirlerinden, ticaret limanlarından, Asya'nın ıssız şehirlerinden, Tatarlardan, Çerkezlerden, Ruslardan yani hemen hemen o sıralarda Avrupalılarca merak edilen her yerden geçerek İngiltere'ye döner. Bu yolculuklarda kendisini hep yüksek karlarla ticaret yaparak, Hindistan'dan afyon alıp, Çin'e satıp, oradan Rus bozkırlarından kürk alıp, Araplara satarken görürüz. Bütün bu işlerin arasında, sürekli kendi kültürünü diğerleriyle kıyaslar ve Çin'in tüm nüfus büyüklüğüne ve ticaretine rağmen hiçbir zaman Avrupa ile boy ölçüşemeyeceğini söyler. Hatta kervanlarda yol arkadaşları ile bu düşüncelerini paylaşıp onları gerektiğinde tartışmalarda susturur. Kafasında sürekli olarak kendi dininin ve kültürünün üstünlüğü konusunda doğruluğundan emin olduğu fikirler geçirir ve bunları okuyucusuyla paylaşır.

Kitabın yazıldığı tarihte dünya tarihini etkileten başlıca olaylara da yer yer değinilmiştir. Bunlar arasında Çin'de daha o zamanlar başlayıp sonradan Mao'nun kültür devrimine kadar sürecek olan ve Çin'i adeta İngilizlerin oyuncağı haline getiren, genç nüfüsu çürüten afyon bağımlılığının ilk izlerinden bahsedilir. Ayrıca o zamanlar açıkça dile getirilmeyen Amerika'daki İspanyol ve Portekiz'lilerce gerçekleştirilmiş katliamalardan söz edilir ve bu milletler barbar oldukları konusunda eleştirilir. Bu dönemde Osmanlı'nın 1699 Karlofça antlaşması ile duraklamadan gerilemeye geçtiğini düşünülürse, kitapta da Robinson'un buralardan hiç bahsetmemesi ilginç bir paralellik gösterir. Tıpkı Osmanlının gelişmesi zamanında olduğu gibi Rusların iç Asya eksenindeki hareketleri ve başarıları bu dönemde Avrupalılarca daha ilgi çekici bulunduğundan bu memleketle ilgili görüşler ve bilgiler kitapta çok sık paylaşılır. Kitapta Türklerle ilgili olarak iki ilginç cümle sarfedilmiştir. Birinde Robinson'un bıyığını "çok etkileyici" görünen Türkler gibi uzattığından bahsedilir. İkincisinde ise, Robinson bir İspanyol ile Türk arasında, iyi efendilik karşılaştırılması yapılsa, Türk'ün muhtemelen daha iyi olabileceğini düşündüğü anlaşılır.

Hristiyanlık ve Robinson
Robinson'un yaşamını kendi ifadesi ile cehenneme çeviren gezme ve macera tutkusu, adada ilk zamanlar kalbinde hiç duymadığı tanrı korkusunu da keşfettirmiştir. Başına gelen olayları ilk zamanlar babasının sözünden çıkmasına karşı verilen bir tanrı cezası olduğunu düşünse de, bir süre sonra büyük yalnızlığının aslında tanrıyı anlamak yolunda hayatındaki en büyük fırsatı yarattığını düşünmüştür.

Adadaki ve sonraki hayatında önceleri düşüncelerinde yer bulmayan inançları, zamanla kararlarını alırken hayati ihtiyaçların da ötesine geçmiş ve adeta onu yönlendirmiştir. Özellikle Sibirya içlerini dolaşırken, Tatarların tapındığı bir putu arkadaşı ile yakması ve bunun sonucunda çıkan ayaklanmanın kendisi ve kervanındakilerin canını tehdit etmesi, bütün kitap boyunca her şeyden çok insan hayatına değer verdiğini ifade eden Robinson'un kişiliği ile çelişki yaratmıştır.

Sayfalar ilerledikçe, hümanist ve mücadelesini doğa ile sürdüren kişiliği, adeta bir sömürge valisi ya da herkesi kendi dinine inandırmaya çalışan bir misyoner kimliğine dönüşür. Cuma ile karşılaştığı ilk anda ona adını sormadan "Cuma" ismiyle hitap etmesi ve onun dininin özelliklerini ve bütünselliğini sorgulamadan hristiyan olmasına çabalaması aslında, sonradan ortaya çıkan kişiliğinin ipuçlarını vermiştir. Gittiği ülkelerin kültürlerini sorgulamadan onların yaptıklarını anlamaya çalışırken hep son noktada verdiği kararları "neticede bu insanlar putperestti" diyerek inanç tabanında sonuçlandırır. Bazen bu inançsız putperestlerin aşırı barbarlıklarına sebep olarak inançsızlıklarını görür. Ancak bir vahşinin dinini büsbütün terk ederek birey olabileceğini düşünür. Gerçekten de, Cuma o dönem edebiyatındaki hikâyelerde bir birey olarak anlatılan ilk yerlidir.

Robinson'un adada geçirmiş olduğu yalnızlık süreci sonraları Batı dünyasınında gerçekten tanrı yolunda atılması gereken iyi bir adım olarak değerlendirilmiş ve bu dönemde tanrıdan uzaklaşmak yerine büsbütün inançlarına daha çok sahip çıkması taktirle karşılanmıştır. Ancak bu özelliklerin yani bir kilise desteğinden yoksunken bu derece tanrı ile yakınlaşabilmesi Anglikan kilisesince inandırıcılıktan yoksun bulunmuştur.

Sömürge Düzeni ve Robinson
Roman, doğa ile insan mücadelesi şeklinde başlayan konusu ile ilgi çekici sömürge tarihi bilgileri ile de doludur. Batı Avrupa o dönemde sömürge yarışında yavaş yavaş Portekiz ve İspanyol üstünlüğünden Hollanda (Flemenk) ve İngiliz üstünlüğüne geçişini yaşamaktadır. İngilizler Hindistan, Çin ve Okyanusya bölgesinde önemli kazanımlar elde ederken, Latin devletleri arasında liderliği çeken Portekiz sömürge tarihindeki başarılı döneminden yavaş yavaş uzaklaşmaktadır. Bu noktada özellikle ikinci kitapta anlatılanlar dikkat çekicidir. Yazarın sonradan öğrenildiği üzere aynı zamanda bir İngiliz Hükümeti ajanı olması belki de, politik çıkarları açısından ilgi toplamış bir romanın gücünden faydalanmak isteyen devletin politik görüşlerini dünyanın geri kalanına kabul ettirme şansını arttıran bir nedenle kullanılmış olabilir. Bunun dışında tamamen yazarın şahsi politik görüşlerini ifade ettiği bir kitap olması da olasıdır. Tüm bunlara rağmen gerçek kaynağı ne olursa olsun Robinson'un ürettiği İspanyol-Portekiz-Çin karşıtı fikirler romanda sık sik yer bulmuştur.

Adadan kurtulup döndüğünde adaya yerleşmelerine yardımcı olduğu Avrupalılar artık ona kurtarıcıları veya yöneticileri gibi davranmakta, bu da Robinson'un kendisini adalet ve tanrı kurallarına göre hüküm vererek tebasını hoş tutan bir hükümdar gibi algılamasına sebep olmaktadır. Hatta tanıştığı Rus sürgünlere, halkının yöneticisini daha çok sevme kıyaslaması yapıldığında, Rus Çarından daha üstün olduğunu iddia eder. Onun bu üstün vasıflarını gören Tanrı sık sık karşısına bu iyilik ve adaletini kullanma şansını verecektir. Bu anlamda aslında yazar, Robinson ve onun sahip olduğu yeteneklerle tipik İngiliz sömürücüsüne karşılaşacağı barbar ve vahşilere nasıl davranması gerektiği konusunda yol yordam göstermekte, örnek olmaktadır.Robinson crusoe issiz adada 27 yıl yalniz yasamistir

Deniz şeytanı


Deniz şeytanı (Manta birostris), kanatlarının (pektoral yüzgeç ya da göğüs yüzgeci) 6.7 metreye ve ağırlığının da 1350 kilograma kadar ulaşabilir. Vatozların en büyüğüdür. Yüzgeçlerini daha hızlı yüzmek için kanat şeklinde kullanır. Deniz şeytanları tropikal sularda özellikle mercan resifleri çevresinde yaşar. Deniz suyunu yayvan ağzı sayesinde süzerek içindeki küçük canlılara ulaşır. Plankton küçük balıklar ve larvalarla beslenir. Kesin olmamakla birlikte ortalama 25 yıl yaşadıkları tahmin edilmektedir. Yaşadıkları süre boyunca en fazla 12 yavru bırakırlar. Saldırgan değillerdir, beyinleri vücutlarına göre büyük olduğundan meraklı davranışlar sergilerler. Ancak dokunulduğunda, derileri üzerindeki mukus zarar göreceğinden, derilerinde lezyonlar oluşabilir. En büyük düşmanı köpek balıkları ve orkalardır. son derece sakin, suda sanki uçuyormuş gibi yüzen estetik hayvanlardır. Maalesef deniz kirliliğinden dolayı deniz şeytanının nesli tükenmektedir.

Nefron Nedir ?

Nefron, böbreğin en küçük yapısal birimi. Nefron böbrekte idrarın yapıldığı morfolojik üniteyi oluşturur. Bir böbrekteki nefron sayısı 1–3 milyon arasındadır. Nefronlar ortak açılma kanalları ile böbrek papillaları üzerindeki deliklere açılırlar. Böylece oluşan idrar ilk olarak kalikslerde ve dolayısı ile pelviste biriktirilmiş olur. Sağ ve sol böbreklere gelen günlük kan akımı 1,5 tonu bulur. Nefronlarda gerçekleşen süzme (filtrasyon), salgılama (sekresyon) ve geri emilme (reabsorpsiyon) aşamalarından sonra idrar şeklinde atılan miktar 1,5 lt kadardır. Ayrıca içindeki süzücü kanallar kanı temizlemekte yardımcıdır.

Etnometodoloji

Etnometodoloji, insanların günlük hayatta karşılaştıkları deneyimleri, nasıl anlamlandırdıklarının ampirik incelenmesidir. Etnometolologlar, düzenin kendi başına bir gerçekliği olduğu fikrine karşıdırlar. Onlar daha çok düzenin ortam içinde bulunanlar tarafından o ortama mal edildiğini önerirler. Dolayısıyla insanlar karşılaştıkları durum veya eylem ne olursa olsun "anlamlandırmaya" veya "düzenlemeye" çalışırlar.

Dikkatini "pratik eylemin rasyonel açıklanabilirliği" üzerinde yoğunlaştıran bu yaklaşım şunları içerir:

Nesnel ve öznel ifadeler arasındaki ayrım
Pratik eylemin karşılıklılığı
Eylemlerin gündelik yaşam bağlamında çözümlenebilirliği.
Etnometodoloji diğer sosyolojik yaklaşımlara kıyasla oldukça yenidir, 1960-70'li yıllarda gelişmiştir. En önemli ismi ve aynı zamanda kurucusu Harold Garfinkel'dir. Garfinkel, etnometodolojiyi Alfred Schutz'un fenomenoloji alanındaki görüşleri üzerine kurmuştur. Schutz'un fikirleri üzerine deneyler yaparak fenomenolojideki görüşleri ampirik yöntemlerle ortaya koymaya çalışmıştır.

25 Nisan-Bugün Olan Olaylar (Tarihte Bugün)

Tarihte Bugün
25 Nisan-Bugün Olan Olaylar (Tarihte Bugün)


25 Nisan, Gregoryen Takvimi'ne göre yılın 115. (Artık yıllarda 116.) günüdür.

Konu başlıkları

 
  • 1 Olaylar
  • 2 Doğumlar
  • 3 Ölümler
  • 4 Tatiller ve Özel Günler

Olaylar

  • 1719 - Daniel Defoe'nun ünlü romanı 'Robinson Crusoe' yayımlandı.
  • 1859 - Kızıldeniz ile Akdeniz'i birbirine bağlayacak Süveyş Kanalı'nın kazılmasına, Mısır'ın Port Said kentinde başlandı.
  • 1901 - New York, otomobiller plaka uygulamasını zorunlu hale getiren ilk eyalet oldu.
  • 1914 - İngiliz - Fransız kuvvetleri, Çanakkale'ye çıkarma harekatı başlattı. Kara savaşları başladı.
  • 1915 - Seddülbahir Muharebeleri başladı.
  • 1915 - Arıburnu Muharebeleri başladı.
  • 1918 - Türkiye'de, Kars ve Ardahan işgalden kurtuldu.
  • 1925 - Mareşal HindenburgAlmanya'nın halk oyuyla seçilen ilk cumhurbaşkanı oldu.
  • 1926 - Türkiye İstatistik Kurumu (o dönemki adıyla Merkezi İstatistik Dairesi) kuruldu.
  • 1926 - İran'da Rıza Han Pehlevi, kendisini şah ilan etti.
  • 1945 - 46 ülkeden gelen delegeler Milletler Cemiyeti'nin yerini alacak Birleşmiş Milletler'i kurmak üzere San Fransisco'da bir araya geldi.
  • 1946 - İstanbul - Ankara hattında yataklı tren seferleri başladı.
  • 1953 - Cambridge Üniversitesi'nde iki bilim adamı, kalıtsal özellikleri ebeveynden çocuğa taşıyan deoksiribonükleik asit (DNA) adını verdikleri molekül yapısını buldular.
  • 1957 - Antalya'nın Fethiye ilçesinde 7,1 büyüklüğünde bir deprem oldu: 67 kişi öldü.
  • 1962 - Anayasa Mahkemesi kuruldu.
  • 1974 - Portekiz'de Karanfil Devrimi: General Antonio Spinola'nın yönettiği askeri ayaklanmayla Salazar'ın faşist diktatörlüğü devrildi.
  • 1976 - Portekiz'de faşist diktatörlük sonrasında yapılan ilk serbest seçimleri Mario Soares liderliğindeki Sosyalist Parti kazandı.
  • 1983 - Pioneer 10Plüton'un yörüngesini aştı.
  • 1990 - ABD uzay mekiği Discovery'nin mürettebatı, ilk uzay teleskobu Hubble'ı yer çevresinde yörüngeye oturtmayı başardı.
  • 2000 - TBMM'de grubu bulunan beş siyasi partinin genel başkanları, Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer'i cumhurbaşkanlığına aday gösteren öneriyi imzalayarak TBMM'ye sundu.
  • 2001 - Merkez Bankası'na özerklik getiren yasa TBMM'de kabul edildi.
  • 2005 - Bulgaristan ve Romanya'nın, Avrupa Birliği'ne girişi için müzakereler başladı.
  • 2005 - Japonya'da tren kazası: 107 ölü.

Doğumlar

  • 1874 - Guglielmo MarconiNobel Fizik Ödülü sahibi İtalyan mucit ve fizikçi (ö. 1937)
  • 1900 - Wolfgang Ernst Pauli, Nobel Fizik Ödülü sahibi Avusturyalı fizikçi (ö. 1958)
  • 1917 - Ella Fitzgerald, ABD'li şarkıcı (ö. 1996)
  • 1920 - Sabahattin Kudret Aksal, Türk şair, öykücü, oyun yazarı (ö. 1993)
  • 1921 - Karel Appel (ö. 2006)
  • 1936 - Leonel Sánchez, Şilili futbolcu
  • 1940 - Al Pacino, ABD'li sinema oyuncusu
  • 1945 - Özdemir Özok, Türk hukukçu (ö. 2010)
  • 1970 - Jason Lee, ABD'li oyuncusu
  • 1981 - Felipe Massa, Brezilyalı Formula 1 pilotu
  • 1988 - Laura Lepistö,Finlandiyalı buz patencisi
  • 1989 - Aysel Teymurzade, Azeri şarkıcı

Ölümler

  • 1472 - Leon Battista Alberti, İtalyan ressam, şair ve filozof (d. 1404)
  • 1566 - Louise Labé, Fransız şair (d. 1524)
  • 1744 - Anders Celsius, İsveçli gökbilimci (d. 1701)
  • 1928 - Pyotr Vrangel, Karşı devrimci Beyaz Ordu'nun liderlerinden Rus korgeneral (d. 1878)
  • 1941 - Salih Bozok, Atatürk'ün yaveri, milletvekili (d. 1881)
  • 1972 - George Sanders, İngiliz aktör (d. 1906)
  • 1972 - W.R. Burnett, ABD'li romancı ve senaryo yazarı (d. 1899)
  • 1976 - Sir Carol Reed, İngiliz film yönetmeni ve yapımcısı (d. 1906)
  • 1990 - Dexter Gordon, ABD'li caz saksafoncusu (d. 1923)
  • 1995 - Ginger Rogers, ABD'li aktris ve dansçı (d. 1911)
  • 2002 - Lisa Nicole Lopes, şarkıcı (d. 1971)

Tatiller ve Özel Günler

  • Türkiye İstatistik Günü
  • Dünya Sıtma ile Mücadele Günü
  • DNA Günü
  • Karanfil Devrimi (Portekiz)

Rüzgâr çiftliği

Batı Teksas düzlüklerinde Brazos Rüzgâr Tarlası
Rüzgâr tarlası, elektrik üretimi için kullanılan ve aynı yerde bulunan rüzgâr türbinleri grubudur. Özel türbinler orta gerilim (genellikle 34,5 kW) güç sistemine ve ağ şebekesine bağlanır. Elektrik şebekesinin orta gerilimdeki elektrik akımını bir transformatör yardımıyla yüksek gerilim iletim hattına bağlar.

İspanya, Danimarka ve Almanya Avrupa'nın önde gelen rüzgâr enerji üreticileridir. Büyük rüzgâr tarlası, birkaç düzineden yüzlerde özel rüzgâr türbinlerine kadar çok sayıda türbin içerir. Bunlar yüzlerce kilometrekare alanı kaplar. Türbinlerin arasındaki toprak tarım ve diğer amaçlar için kullanılabilir. Rüzgâr tarlası, okyanusdan veya denizden esen güçlü rüzgârların sağladığı avantajdan dolayı açık alanlara yapılır.

Dünyadaki ilk rüzgâr tarlası, Aralık 1980'de, Amerika Birleşik Devletleri, New Hampshire eyaletinin güneyindeki Çatallı dağında her biri 30 KW olan 20 rüzgâr türbininden yapıldı.

Teksas'daki Roscoe rüzgâr tarlası 780 MW'lık gücüyle şu an için dünyanın en büyük rüzgâr tarlasıdır.

Yer Planı
Rüzgâr Güç Yoğunluğu (RGY) olarak adlandırılan bir nicelik, rüzgâr enerji gelişimindeki konumları seçmek için kullanılır. RGY, belirli bir yerdeki rüzgârın etkin kuvvetinin hesabıyla ilgilidir. Genellikle bir zaman periyodundaki toprak seviyesinin üstündeki yüksekliği ifade eden terimdir. Hesaba hız ve kütle olarak alınır. Renk kodlu haritalar, belirli bir alan tanımlama için hazırlanır. Örneğin, "50 metredeki Ortalama Yıllık Güç Yoğunluğu." Yukarıdaki hesabın sonuçları Ulusal Yenilenebilir Enerji Laboratuvarı tarafından geliştirilen içerikte kullanılır ve "NREL CLASS" olarak ifade edilir. Daha büyük RGY hesabı sınıf tarafından daha yüksekte orantılanır.

Rüzgâr tarlasının yeri, zengin doğal yaşam alanı veya yol yapımına uygun yerler gibi çevresel hassasiyetli veya kıymetli olduğunda dolayı daha fazla tartışmaya neden olabilir. Bu alanlar gürültü endişesi ve her hangi bir aksilik olabileceğinden dolayı yerleşim yerleri dışında yapılır.

Rüzgâr hızı
Genel bir kural olarak, eğer rüzgâr hızı 16 km/s (veya 4,5 m/sn) veya daha büyükse rüzgâr generatörleri pratiktir. Yıl boyunca ani esmenin en az olasılıklı yer ideal olarak kabul edilir. Türbin yeri için önemli bir faktör de yerel demant veya elektrik iletim hattının kapasitesidir.

Alanlar genellikle rüzgâr atlasına göre belirlenir ve rüzgâr ölçümleriyle doğrulanmıştır. Meteorolojiksel rüzgâr verisi, büyük çaplı rüzgâr güç projesinin konumunu belirlemek için tek başına genellikle yeterli değildir. Yerin rüzgâr hızı ve yönü ile ilgili veriyi toplama, bölgenin potansiyelini tanımlamak için çok önemlidir. Yerel rüzgârlar çoğunlukla bir yıl veya daha fazlası için takip edilir ve rüzgâr generatörleri kurulmadan önce ayrıntılı rüzgâr haritaları çıkartılır.

Yükseklik
Alçak basınç etkisinden dolayı yükseklerde rüzgâr daha hızlı eser. Yükseklikteki hız artışı, yüzeye yakınında daha tesirlidir. Arazi, yüzey engebeliği, ve ağaç ve yapılar gibi rüzgârı engelleyen şeyler tarafından etkilenir.

Rüzgâr park etkisi
"Rüzgâr park etkisi", türbinler arasındaki karşılıklı engelden dolayı çıkış kaybını ifade eder. Rüzgâr tarlaları birçok türbinden oluşur ve her biri rüzgâr enerjisinin birazını yutar. Alan elverişli olduğunda, kayıpları en aza indirmek için türbinler, kuvvetli rüzgârda rotor çapının beşte üçü kadar bir boşlukla dik şekilde, rüzgâr kuvvetinin yönünde ise rotor çapının onda beşi kadar açıklıkla yerleştirilir. Kayıt toplam kurulu gücün %2'si kadar olabilir.

Büyük rüzgâr parkında, herbir rotor arasındaki etkinin "multifractal" olduğundan dolayı, türbinlerin Kolmogorov düzensizliğindeki davranışta önemli derecede sapma görülür.

Çevresel ve Estetik Etkiler
Ana madde: Rüzgâr gücünün çevresel etkileri
Rüzgâr gücünün çevresel etkileri ile geleneksel enerji kaynaklarının çevresel etkilerini karşılaştırma göreceli olarak benzerdir. Rüzgâr gücü, fosil yakıt güç kaynakları gibi yakıt tüketmez ve hava kirliliği yapmaz.

Kuş ve yarasa tehlikesi birçok bölgede endişeye sebep olmaktadır. Bazı kuşlar, insanların temiz olmayan güç kaynaklarını kullanmalarından dolayı neden olduğu kuş ölümleriyle, rüzgâr türbinlerinden dolayı ölenler karşılaştırıldığında, ikincisinin çok az bir etkisi vardır. Rüzgâr tarlalarının yeri ile ilgili anlaşmazlık çok büyük sorundur.

Güç şebekesindeki etki
Uygun ölçekli rüzgâr tarlaları, iletim hatlarına enerji dönüşümü yapılarak aktarılmalıdır. Rüzgâr tarla geliştiricisi, teknik standartları karşılaması için rüzgâr tarlasına ek teçhizat veya kumanda sistemlerini kurmakla yükümlü hale getirilmelidir. Rüzgâr tarlası kuran şirket veya kişi üretilen gücü iletim hatları vasıtasıyla satabilmelidir.

Karadaki (onshore) türbinler tepe veya dağlı bölgelerde, genellikle hahilden üç veya daha fazla kilometre uzaklıkta sırtlarda kurulur. Bu, bir sırttaki rüzgâr ivmesi olarak oluşabilecep yersel (topografik) hızlanmayı kullanmak için yapılır. Bu yolla kazanılan ek rüzgâr hızı üretilen enerjide önemli miktarda fark oluşturur. Daha fazla eklenti, türbinlerin yerlerini genişletilmesine değecek kadar olmalıdır. Çünkü 30 m.'lik bir fark bazen çıkışta iki kat olarak yansır.

Sahilde
Sahildeki (nearshore) türbinler sahil hattının üç kilometre içinde veya sahilden on kilometre içerde suda yapılır. Bu alanlar türbin inşası için iyi sahalardır. Çünkü kara ve denizin ısı farklılıklarından dolayı rüzgârın gücünden daha iyi faydalanılır. Bu bölgelerdeki rüzgâr hızları, esme yönüne bağlı olarak, hem karadakinin hem de denizdeki rüzprevailingın karakteristik özelliklerini taşır.

Denizde
Ayrıca bakınız: Denizdeki rüzgâr tarlalarının listesi
Denizdeki (offshore) rüzgâr üretim bölgeleri genellikle karadan on veya daha fazla kilometre uzaktadır. Denizdeki rüzgâr türbinleri karadakilerden daha az sıkıntılıdır. Çünkü suyun yüzey pürüzsüzlüğü karadakinden daha fazladır (özellikle derin sularda). Ortalama rüzgâr hızı genellikle açık sularda oldukça fazladır. Kapasite faktörleri karadakinden ve sahildekinden daha büyüktür.

Büyük rüzgâr türbin parçalarını (kuleler, motor yerleri (nacelles) ve kanatlar (blades)) taşıma, karadakine nazaran daha kolaydır. Çünkü gemiler ve mavnalar, bu türlü devasa parçaları, kamyon/TIR veya trenden daha kolay taşır. Karada büyük yük taşıtları otoyol virajlarında, türbinin maksimum uzunluğu yolun bu kısmı dikkate alınarak üretilmelidir. Fakat açık denizde böyle bir sorun yoktur.

Denizdeki rüzgâr türbinleri, yapı itibariyle muhtemelen en büyük ebatta kalacaklardır. Türbin tarlaları denizde türbinden oluşabilir.

Zemin etütlü, temel altyapı kule teknolojileri
Kıtasal sığ alanlarda, su 40 m.'den daha derin değildir. 4. Kategori veya daha büyük fırtınalar hariç bu alanlar rüzgârlıdır. Zemin etütlü türbinler şu an kurulum için idealdir.

Su altı, yüzen türbin teknolojileri
Ana madde: Yüzen rüzgâr türbini
Yeni su altı, yüzen türbin teknolojileri henüz yeni yeni yaygınlaşmaya başladı. İlk büyük kapasiteli yüzen rüzgâr türbini, 2,3 MW'lık, 120 m. yüksekliğinde kuleye sahip, 220 metre su altında yapısı olan Kuzey Denizi açıklarında, Norveç, Stavanger'dedir. 2 yıllığına test edilecek. Unite 2009'un yazında inşa edildi ve 2009 Kasım ayında faaliyete geçti.

Havada
Ana madde: Uçan rüzgâr türbini
Uçan rüzgâr türbinleri kule masraflarından muaftır ve yüksek hızlarda, yüksek irtifada uçabilirler. Çoğu sistemler ticari amaçlı değildir.