Robinson Crusoe (Roman)

Robinson Crusoe
Robinson Crusoe. Daniel Defoe'nun 1719 yılında ilk basımı yapılan ve bazılarınca ilk İngilizce roman olarak nitelendirilen kitabıdır. Kitap İngiltere'de yaşayan Alman asıllı orta halli bir ailenin en küçük oğlu olan Robinson Kreutzner'in babasının tüm itirazlarına rağmen, dünyayı gezme hayalleri ile çıktığı yolculukları ve bu sırada karşılaştığı olayları anlatır. Bu yolculuklar içinde ıssız bir adada 28 senesini son üç yılı hariç yalnız geçirir.

Kitabın orijinal adı bir başlığa göre oldukça uzun sayılabilecek şekilde basılmıştır: York'lu Bir Denizcinin, Kendi Kaleminden, Deniz Kazası ile Düştüğü Amerika Sahillerindeki Oroonoque Nehri Ağzındaki Issız Bir Adada 28 Yılını Geçirirken Yaşadığı Serüvenler ve Korsanlar Tarafından Kurtarılması.

Kitaba gösterilen ilgi
İlk çıktığı 25 Nisan 1719 yılında, okurun tepkisi çok olumlu oldu. Daha yıl dolmadan, 4 baskı yaptı ve sonraki yıllarda da çok geniş bir okuyucu kitlesi edindi. 19. asrın sonlarına doğru, Batı edebiyat dünyası, kitabın farklı dillere çevrilmiş baskıları, kitapla ilgili eleştiri ve analizlere yer veren araştırmalar ve konusuyla benzerlikler içeren başka kitaplarla tanıştı. Özellikle çocuklar için kısaltılmış versiyonları ve serüvenleri anlatan sadece resim içeren kitaplar da basıldı.

Kitaba daha sonra Robinson'un adadan kurtulduktan sonra yaşadığı serüvenleri anlatan bölümler de eklendi. Fakat bu kısımlar içerdiği diğer milletleri aşağılayıcı ve eleştirel yaklaşımlar sebebiyle ilk kısımları kadar evrensel bir ilgi kazanamadı.

Gerçek öyküler
Kitabın konusunun aslında gerçek hayatta, eski adı Isla Mas a Tierra olan bir adada yalnız yaşamış Alexander Selkirk adlı İskoç bir denizcinin 1709 yılında Woodes Rogers tarafından kurtarılmasının yarattığı şaşkınlık ve ilgiden ilham alınarak yazıldığı iddia edilmiştir. Benzer bir kaynak ta müslüman dünyasından İbn-i Sina ve İbn-i Tufeyl kaynaklı Hay ibn-i Yakzan adlı kitaptır. Bu kitapta bir müslümanın adayı çekip çevirmesi anlatılır. Ancak bu romanda olaylar daha barışcıl bir dille anlatılmıştır.

Konusu
Romanın edebiyat seviyesinin düşüklüğü hakkında çeşitli eleştiriler yapılmış olmasına rağmen, etkileyici konusu ve serüvenleri ile Batı'nın sömürge tarihi ve felsefesi anlatılır. Anlatım basit cümlelerle kısa kısa, olay akışının verilişi şeklindedir. Bu yapı içerisinde adadaki yaşamın detayları ve bunların arasında Robinson'un iç konuşmaları ve o anki duygu dünyası yansıtılır.

Hikaye İngiltere'de belli bir gelir seviyesi ve mutluluk standardı yakalamış Crusoe (Kreutzner) ailesinin en küçük oğulları Robinson'un babasının aksi yöndeki telkinlerine rağmen, sıkıcı ama garantili hayatı terk ederek bir arkadaşının babasının gemisiyle denize açılması ile başlar. Bundan sonra Faslı bir denizciye köle olarak satılır (kitapta bu kişiden Türk diye söz edilmektedir). Oradan kaçması ve kendisini Brezilya'da şeker kamışı yetiştiren zengin bir çiftçi olarak bulmasına kadar birçok macera yaşar. Ancak rahat Robinson'u sıkmaktadır. Biraz da mal hırsıyla hayale kapılarak Afrika'dan köle getirip satmayı planlar. Arkadaşları ile planladığı bu yolculuk nihayetinde, ıssız bir adada kendisini bulur. Geminin enkazından kurtarabildikleri ile yaşamını sürdürecektir. Yaklaşık 24 sene sonunda adaya yabancıların geldiğini fark ederek, bunların elinden kurtardığı ve kendisine "Cuma" ismini verdiği bir yerli ile 3 sene daha adada yaşar. Cuma'ya ingilizce ve din bilgisi vererek kendisini eğitir, hizmetine alır.

Orijinalinde, ilk kitap adadan kurtulduktan sonra Robinson'un İngiltere'ye dönmesi ve bir ihtimal Robinson'un oraya tekrar dönebileceği iması ile bitirilir. Sonradan eklenen ve Robinson'un Maceraları adı verilen ikinci kitapta, Robinson adaya gerçekten döner. Ancak kendisi artık ada halkınca bir fatih ve sömürge valisi yetkilerine sahip olarak tanınmaktadır. Burada da kendince yaptığı iyilikler ve ada halkının mutluluklarına yaptığı katkıların ardından yine serüvenlerine devam etmek ve dünyayı tanımak için denize açılır. Madagaskar'dan, Çin'in kalabalık şehirlerinden, ticaret limanlarından, Asya'nın ıssız şehirlerinden, Tatarlardan, Çerkezlerden, Ruslardan yani hemen hemen o sıralarda Avrupalılarca merak edilen her yerden geçerek İngiltere'ye döner. Bu yolculuklarda kendisini hep yüksek karlarla ticaret yaparak, Hindistan'dan afyon alıp, Çin'e satıp, oradan Rus bozkırlarından kürk alıp, Araplara satarken görürüz. Bütün bu işlerin arasında, sürekli kendi kültürünü diğerleriyle kıyaslar ve Çin'in tüm nüfus büyüklüğüne ve ticaretine rağmen hiçbir zaman Avrupa ile boy ölçüşemeyeceğini söyler. Hatta kervanlarda yol arkadaşları ile bu düşüncelerini paylaşıp onları gerektiğinde tartışmalarda susturur. Kafasında sürekli olarak kendi dininin ve kültürünün üstünlüğü konusunda doğruluğundan emin olduğu fikirler geçirir ve bunları okuyucusuyla paylaşır.

Kitabın yazıldığı tarihte dünya tarihini etkileten başlıca olaylara da yer yer değinilmiştir. Bunlar arasında Çin'de daha o zamanlar başlayıp sonradan Mao'nun kültür devrimine kadar sürecek olan ve Çin'i adeta İngilizlerin oyuncağı haline getiren, genç nüfüsu çürüten afyon bağımlılığının ilk izlerinden bahsedilir. Ayrıca o zamanlar açıkça dile getirilmeyen Amerika'daki İspanyol ve Portekiz'lilerce gerçekleştirilmiş katliamalardan söz edilir ve bu milletler barbar oldukları konusunda eleştirilir. Bu dönemde Osmanlı'nın 1699 Karlofça antlaşması ile duraklamadan gerilemeye geçtiğini düşünülürse, kitapta da Robinson'un buralardan hiç bahsetmemesi ilginç bir paralellik gösterir. Tıpkı Osmanlının gelişmesi zamanında olduğu gibi Rusların iç Asya eksenindeki hareketleri ve başarıları bu dönemde Avrupalılarca daha ilgi çekici bulunduğundan bu memleketle ilgili görüşler ve bilgiler kitapta çok sık paylaşılır. Kitapta Türklerle ilgili olarak iki ilginç cümle sarfedilmiştir. Birinde Robinson'un bıyığını "çok etkileyici" görünen Türkler gibi uzattığından bahsedilir. İkincisinde ise, Robinson bir İspanyol ile Türk arasında, iyi efendilik karşılaştırılması yapılsa, Türk'ün muhtemelen daha iyi olabileceğini düşündüğü anlaşılır.

Hristiyanlık ve Robinson
Robinson'un yaşamını kendi ifadesi ile cehenneme çeviren gezme ve macera tutkusu, adada ilk zamanlar kalbinde hiç duymadığı tanrı korkusunu da keşfettirmiştir. Başına gelen olayları ilk zamanlar babasının sözünden çıkmasına karşı verilen bir tanrı cezası olduğunu düşünse de, bir süre sonra büyük yalnızlığının aslında tanrıyı anlamak yolunda hayatındaki en büyük fırsatı yarattığını düşünmüştür.

Adadaki ve sonraki hayatında önceleri düşüncelerinde yer bulmayan inançları, zamanla kararlarını alırken hayati ihtiyaçların da ötesine geçmiş ve adeta onu yönlendirmiştir. Özellikle Sibirya içlerini dolaşırken, Tatarların tapındığı bir putu arkadaşı ile yakması ve bunun sonucunda çıkan ayaklanmanın kendisi ve kervanındakilerin canını tehdit etmesi, bütün kitap boyunca her şeyden çok insan hayatına değer verdiğini ifade eden Robinson'un kişiliği ile çelişki yaratmıştır.

Sayfalar ilerledikçe, hümanist ve mücadelesini doğa ile sürdüren kişiliği, adeta bir sömürge valisi ya da herkesi kendi dinine inandırmaya çalışan bir misyoner kimliğine dönüşür. Cuma ile karşılaştığı ilk anda ona adını sormadan "Cuma" ismiyle hitap etmesi ve onun dininin özelliklerini ve bütünselliğini sorgulamadan hristiyan olmasına çabalaması aslında, sonradan ortaya çıkan kişiliğinin ipuçlarını vermiştir. Gittiği ülkelerin kültürlerini sorgulamadan onların yaptıklarını anlamaya çalışırken hep son noktada verdiği kararları "neticede bu insanlar putperestti" diyerek inanç tabanında sonuçlandırır. Bazen bu inançsız putperestlerin aşırı barbarlıklarına sebep olarak inançsızlıklarını görür. Ancak bir vahşinin dinini büsbütün terk ederek birey olabileceğini düşünür. Gerçekten de, Cuma o dönem edebiyatındaki hikâyelerde bir birey olarak anlatılan ilk yerlidir.

Robinson'un adada geçirmiş olduğu yalnızlık süreci sonraları Batı dünyasınında gerçekten tanrı yolunda atılması gereken iyi bir adım olarak değerlendirilmiş ve bu dönemde tanrıdan uzaklaşmak yerine büsbütün inançlarına daha çok sahip çıkması taktirle karşılanmıştır. Ancak bu özelliklerin yani bir kilise desteğinden yoksunken bu derece tanrı ile yakınlaşabilmesi Anglikan kilisesince inandırıcılıktan yoksun bulunmuştur.

Sömürge Düzeni ve Robinson
Roman, doğa ile insan mücadelesi şeklinde başlayan konusu ile ilgi çekici sömürge tarihi bilgileri ile de doludur. Batı Avrupa o dönemde sömürge yarışında yavaş yavaş Portekiz ve İspanyol üstünlüğünden Hollanda (Flemenk) ve İngiliz üstünlüğüne geçişini yaşamaktadır. İngilizler Hindistan, Çin ve Okyanusya bölgesinde önemli kazanımlar elde ederken, Latin devletleri arasında liderliği çeken Portekiz sömürge tarihindeki başarılı döneminden yavaş yavaş uzaklaşmaktadır. Bu noktada özellikle ikinci kitapta anlatılanlar dikkat çekicidir. Yazarın sonradan öğrenildiği üzere aynı zamanda bir İngiliz Hükümeti ajanı olması belki de, politik çıkarları açısından ilgi toplamış bir romanın gücünden faydalanmak isteyen devletin politik görüşlerini dünyanın geri kalanına kabul ettirme şansını arttıran bir nedenle kullanılmış olabilir. Bunun dışında tamamen yazarın şahsi politik görüşlerini ifade ettiği bir kitap olması da olasıdır. Tüm bunlara rağmen gerçek kaynağı ne olursa olsun Robinson'un ürettiği İspanyol-Portekiz-Çin karşıtı fikirler romanda sık sik yer bulmuştur.

Adadan kurtulup döndüğünde adaya yerleşmelerine yardımcı olduğu Avrupalılar artık ona kurtarıcıları veya yöneticileri gibi davranmakta, bu da Robinson'un kendisini adalet ve tanrı kurallarına göre hüküm vererek tebasını hoş tutan bir hükümdar gibi algılamasına sebep olmaktadır. Hatta tanıştığı Rus sürgünlere, halkının yöneticisini daha çok sevme kıyaslaması yapıldığında, Rus Çarından daha üstün olduğunu iddia eder. Onun bu üstün vasıflarını gören Tanrı sık sık karşısına bu iyilik ve adaletini kullanma şansını verecektir. Bu anlamda aslında yazar, Robinson ve onun sahip olduğu yeteneklerle tipik İngiliz sömürücüsüne karşılaşacağı barbar ve vahşilere nasıl davranması gerektiği konusunda yol yordam göstermekte, örnek olmaktadır.Robinson crusoe issiz adada 27 yıl yalniz yasamistir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Teşekkürler