“Bir varmış bir yokmuş...Evvel zaman içinde kalbur saman içinde...” diye başlar ya masallar. Bizim masal da öyle başlasın!...Çok çok çok eski zamanlarda yaşamış bir ailenin masalı bu...Bu aile, bizim bu gün üzerinde yaşadığımız topraklarda yaşamış...Adam, bahçesinden aldığı toprakla suyu karıştırıp çamur yaparmış. Bu çamurdan, çok çok güzel çanaklar üretirmiş. Yapmış olduğu ürünleri satıp para kazanırmış. O zamanlar, para yerine deniz kabukları kullanılırmış... Zamanla adamın adı unutulmuş ve yaptığı işle anılır olmuş. Komşuları adama “Çanak bey...” demeye başlamışlar... Çanak Bey’in çok sevdiği; gül tenli, gül yüzlü ve gül kokulu bir de karısı varmış. Güller gibi güzel olan bu kadın, gülleri pek çok severmiş. Bahçesinde bol bol gül yetiştirirmiş. Komşuları, Çanak Usta’ nın karısına, güzelliği ve güllerinin bolluğu nedeniyle Gülübol Hanım diyorlarmış...Çanak Bey ve Gülübol Hanım’ın birbirinden güzel, birbirinden sevimli, Ayvacık, Bayramiç, Biga, Bozca, Çan, Ece, Ezine, Gökçe, Lapseki, Yenice …isimli çocukları varmış. Ama içlerinden Gökçe ve Bozca çok yaramazmış...Çanak Bey, Gülübol Hanım ve çocukları hep birlikte yaşayıp gidiyorlarmış...
Masal bu ya!...Günlerden bir gün, çok çok uzaklarda kasırgalar, tufanlar başlamış...Yağmurlar ve sert rüzgarlar Çanak Bey ve ailesinin yaşadığı yerlere kadar esip gelmiş. Hava bir karışmış bir kararmış ki; yer yerinden oynamış...Çanak Bey hemen yaptığı çanakları, yakınlardaki kalenin içine taşımaya başlamış. Gülübol Hanım da çok sevdiği güllerinin arasına karışıp, onlara sarılıp kucaklayıp korumaya çalışmış. Bu arada, çocuklarına seslenip durmuşlar, ama avazları duyulmaz olmuş rüzgarın uğultusundan...Yağan yağmurlardan her tarafı sel almış. Sel suları önüne çıkan tüm varlıkları sürükleyip götürmüş. Korkutucu ve büyük bir felaket yaşanmış... Fırtına ve yağmurlar dindikten sonra bir de ne görsünler! Çanak Bey ile Gülübol Hanımın yaşadığı topraklar ikiye ayrılmış. İkiye ayrılan toprağın tam arasından gürül gürül akan kocaman su oluşmuş...Çanak Bey suyun bir yakasında, Gülübol Hanım öteki yakasında kala kalmışlar. Boğazdan geçen gemilerin kaptanlarına birbirlerini sorup durmuşlar. Tüm ailenin hayatta olduğunu ve karşılıklı iki kıyıda yaşadıklarını öğrenmişler. Düşünmüşler taşınmışlar, ağlayıp yakarmışlar ama bir birlerine kavuşamamışlar. Çaresiz kaderlerine razı olmuşlar...Çanak Bey,akan suyun bir yanında çanaklarıyla; Gülübol Hanım karşı kıyıda gülleri ile yaşamaya çalışmışlar. Yaşanan bu felaketin ardından çocuklarını kalenin içerisinden ve gül yapraklarının arasından bulup çıkartmışlar. Ama Gökçe ve Bozca’ dan uzun bir süre haber alamamışlar. Her ikisinin yüreğinde de evlat hasreti, acıya dönüşmüş... Günlerden bir gün, iki kıyının arasından akan suyun üzerinde, beyaz kanatlı martılar dolaşmaya başlamış...Çanak Bey, martılar kendi kıyısına yaklaştıklarında, onlara seslenip çocuklarını sorarmış. Gülübol Hanım da karşı kıyıdan feryat edip ağlarmış. “Ah! Çocuklarımın nerede olduğunu bir öğrensem...” dermiş... Ve bir gün martılar, Gökçe ve Bozca’ dan haber getirdiklerini müjdelemişler, Çanak Bey ve Gülübol Hanım’a...Nasıl sevinmişler, nasıl sevinmişler bir görseniz...Gökçe ve Bozca kardeşler bir birlerine yakın mesafelerde yaşamlarını sürdürüyorlarmış. Onların da arasında sadece suyun uzaklığı varmış. Çanak Bey ve Gülübol Hanım’ ın arasından akan suyun sonunda aşağılarda bir yerde yaşıyorlarmış iki kardeş. Gökçe ve Bozca, durgun ve sakin havalarda bir birlerini; öteki kardeşlerini hatta Çanak Bey ve Gülübol Hanımı da uzaktan da olsa görebiliyorlarmış...Gökçe, ıssızlığını ve sessizliğini bozmamış hiç. Zaman zaman kükreyip “ Ulaşılmaz olabilirim, ama ben buradayım!...” diye öfkeyle haykırırmış...Bozca ise kıpır kıpır ve hareketli bir yaşam sürmeyi severmiş. Bedeninden fışkıran asmalar, bol bol üzüm verirmiş...Denizin ve üzüm bağlarının keyfini çıkartıp,cıvıl cıvıl bir yaşam sürüyormuş...Kim bilir kaç yıldır yaşarlar böyle birbirlerine hasret... Suyun ayırdığı sevgililer gibi... İki kardeş ada ve iki kıyı karşı karşıya, ama özlem dolu...Ayrı ayrı ve uzak mesafelerde olsalar da; bir birlerine olan sevgilerini hiç eksiltmemişler yüreklerinden...
Rüzgarlar hep eser; kimi zaman deli kimi zaman hafif nemli. Esintiler Gülübol Hanımın yüreğinin yangınıdır. Esinti durduğunda bilirsiniz ki; Gülübol Hanımın göz yaşları yağmur olup iner üzerimize...
Boğazın üzerinde uçup duran martılar da bu masalı anlatıp dururlar. Kanat seslerini, ıslıklarını ve çığlıklarını duyarsanız bir gün; kulak verin lütfen martılara. Bu garip masalı sizinle paylaşmak istiyorlardır mutlaka...
Emel Aygören Şen/ÇANAKKALE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Teşekkürler