Tarihten Günümüze Erkek Çocuk Sünneti

"Sünnet" (ing. circumcision) sözcüğü, Arapça kökenli bir kelimedir ve ilk anlamıyla, “takip edilmesi itiyat edilen yol, hal, tavır, gidiş, adet, davranış, değişmeyen karakter, yöntem, örnek alınan uygulama, örf ve gelenek” demektir.[1] Daha geniş anlamda ise; “insanın iyi ahlakını, tabiatını ve davranışını” anlatmaktadır.[2] İslam dininde ise, “Hz. Peygamberin hadiseler karşısında sabit, değişmeyen ve devamlılık arz eden karakter selabeti ve Hz. Muhammed'in sözleri, işleri, ve tasvipleri [3] olarak tanımlanmaktadır.[4]

Konumuz açısından sünnet ise, Arapçadaki adıyla "hitan", erkek çocukların cinsel organının ucundaki deri kılıfın kesilmesi işidir.[5] Erkek çocuklarında penis glansını (başını) örten derinin belirli bir şekil ve ölçüde cerrahi işlem ile çıkartılması(kesilmesi) ameliyesi olarak da tanımlanabilir.12 Türkiye gibi Müslüman toplumlarda daha çok geleneksel, Mûsevî toplumlarında ise dini bir yükümlülük olan sünnet, genellikle örf ve adetlere uygun şekilde törenle yapılır.[6] Hz. İbrahim’le başladığına ve temizlik amaçlı bir gelenek olduğuna inanıldığı için Arabistan’da "tahâret" (temizlik) de denir.[7][8]


Sünnet, tüm dünyada uygulanan en yaygın cerrahi girişimlerden biridir.[9] Her yıl 13.3 milyon erkek ve 2 milyon kız çocuğu sünnet edilmektedir.[10] ABD’de doğan erkeklerin `’ı sünnet edilirken, ülkemizde neredeyse her erkek sünnet edilmektedir.[9][11]

Bazı toplumlarda, kızlarda erkekler gibi sünnet edilirler. Daha çok gizli olarak icra edilen bu sünnet Mısır, Arabistan ve Cava'da yaşayan Müslümanların bir kısmında halen mevcuttur. Bu toplumlarda İslamiyet öncesi de sünnetin varlığı bilinmektedir. İslâmiyet'in zuhuruyla İslâmi bir anlam kazanmıştır. Bütün İslam dünyası dikkate alınırsa azınlıkta kalan yerel bir âdet olarak görülür.[12] Ülkemizde uygulanmış bir kadın sünneti olgusu bildirilmemiştir. Türkiye’de kadın sünnetinin kesinlikle uygulanmadığı belirtilmiştir.[13] Klitoris üzerindeki küçük bir parçanın kesilmesi olan, kadınların sünneti rivayete göre Hz. İbrahim zamanından kalmıştır ve ilk sünnet olan hanım Hz. Hacer'dir.[14]

Sünnet geleneğinin yaygın olduğu bazı ataerkil toplumlarda erkekliğin bir gerekliliği olarak görülür. Bazı toplumlarda sünnet olmayan erkeklere evlenme hakkı verilmemektedir. Sünnet bazı toplumlarda ise evlilik kurumuna karşı sadakat gösterisi olarak uygulanmaktadır.[15]

Sünnet Müslüman nüfusun yoğun olduğu bölgelerde, Güney Doğu Asya’nın bazı bölgelerinde, Amerika’da, Filipinler’de, İsrail’de ve Güney Kore’de sık olarak uygulanırken, Avrupa’da, Latin Amerika’da, Güney Afrika’nın bazı bölgelerinde, Asya’nın büyük bölümünde ve Okyanusya’da göreceli olarak daha az sıklıkla uygulanmaktadır.[16] Gerek dini, geleneksel gerekse de medikal nedenlerle halen dünya çapında yapılıyor olması sünnete ilgiyi devam ettirmektedir. Ülkemizde de hiç şüphesiz en çok yapılan ameliyat olmasına rağmen yıllarca sosyal güvenlik kurumlarınca kapsam dışında tutulması, sünnet yapanların çoğunu hekim olmayan yetkisiz kişiler yapmıştır[17]

Prehistorik dönemden kalma, yaklaşık 15 000 yıldır dünyanın çeşitli yerlerinde devam eden inançlar ve büyüye dayalı bedeni sakatlama pratikleri vardır. Bunlardan en önemlileri, tıp tarihinin en eski cerrahi operasyonları olan trepanasyon ve sünnet’tir. Yakın zamana kadar sünneti geleneklerinde yaşatan toplumların, hatta günümüzde Avustralya yerlilerinin, imkânları olduğu halde sünneti madeni bıçaklar yerine çakmaktaşından kesici aletlerle yapmaları operasyonun prehistorik dönemden kaldığını göstermektedir. Bir teoriye göre Akdeniz ülkelerinde başlamış, buradan Afrika ve Hint denizi kıyılarına, oradan da adalar yoluyla Avustralya ve Amerika’ya yayılmıştır.[8]

Sünnet nedenleri, fimozis tedavisi, cinsel yolla bulaşan hastalıkların bulaşıcılıklarını azalmaya yönelik bir önlem olarak ve sosyal ve dini nedenlerdir.[18] Hijyen ya da sosyal prestij kazanma, cinsel hayata hazırlanma, acıya dayanma, üreme ve bereket tanrılarına adak gibi nedenler yapılmaya başlandığı düşünülen sünnetin Müslümanlıkta Hz. İbrahim ile başladığı, temizlik amacı güden bir gelenek olduğu zannedilmektedir.[19]



Sünnet, İslam tarihi araştırmalarına göre Hz. İbrahim'e kadar uzanır. Genellikle Sami / İbrahimî gelenekle (Yahudilik, İslam, Kipti Hıristiyanlık) özdeşleştirilmekle birlikte, tarih öncesi dönemlere ve farklı coğrafyalara uzanır.[20][4]

Yunan mitolojisinde Attis, Kybele'nin sevgilisidir. Ancak Kybele'ye verdiği sözü unutarak Kral Midas'ın kızıyla evlenir. Düğüne Kybele de davet edilir. Düğün sırasında Kybele ile karşılaşan Attis ne yapacağını bilemez. Kybele'ye karşı duyduğu pişmanlıktan ötürü cinsel organını orada keser ve kanlar içinde kıvranmaya başlar. Sevgilisinin böyle acı içinde kıvranmasına dayanamayan Kybele Attis'i bir çam ağacına dönüştürerek ona sonsuzluğu bağışlar.

Pessinus Mabedi'nde Tanrıça Kybele adına her sene düzenlenen şenliklerde tapınakta rahip olmak isteyen erkekler Kybele rahibi olmanın ön şartı olarak hadım edilir ve kesilen cinsel organları bir çam ağacının altına gömülür. Bu inanış daha sonra Sami ırkında (Arap ve Yahudiler) cinsel organı değil ama ucunu (erkeklerde prepusium, kadınlarda klitoris) kesme şeklinde günümüze kadar devam etmiştir.[15]

Sünnetin ilk defa ne zaman yapıldığı bilinmemektedir.[5] Sünnet, yazılı tarihten önce başlamıştır. Uygulamanın kaynağı, tarihin derinliklerinde kaybolmuştur.[15] Arkeolojik araştırmalar, eski Mısır'da, [21][11] İbraniler ve Fenikelilerde, hatta Amerika kıtasındaki eski Azteklerde sünnet işleminin tatbik edildiğini göstermektedir.[5] Sünnet tasvirleri, taş devrine ait mağara çizimlerinde ve [22] ve yaklaşık 6.000 yıl önce, Eski Mısır dönemine ait Ankh-Mahor tapınağındaki duvar kabartmasında görülebilmektedir.[23] Milattan Önce 4000 yılında Ti ve veziri Ptathotep'in mezarlarındaki kabartmalarda sünnet usullerinin resmedildiği ve aynı yıllarda Firavun 2. Ramses'in oğlunun sünnet edildiğine dair belgeler vardır.[5][24] Hatta "Kipti" kelimesi bile, çocuklarını sünnet ettirdikleri için [25] Mısırlılara, Yunanlılar tarafından verilmiş bir isimdir.[26] Daha sonra Museviler “bris-milah” adını verdikleri dini törenle çocuklarını sünnet etmeye başladılar. Benzer şekilde sünnet tüm İslam dünyasında da dinsel amaçlı olarak uygulanmaya başlandı. Ayrıca, Afrika ve Avustralya’da bazı kabilelerde ise sünnet geleneksel olarak uygulanıyordu.[23]



Sakkara’da doktorların mezarı olarak bilinen Ankh-Mahor’un duvarlarında manikür, masaj ve cerrahi müdahalelere ait duvar resimleri vardır. Bir resimde bir ergenin sünneti gösterilmekte ve bu iş için merhem kullanılması da tavsiye edilmektedir. Muhtemelen bu mehlem anestezik özelliktedir. Sünnet uygulamasının ne kadar yaygın olduğunu kestirmek zordur, çünkü mumyalar bu konuda pek fazla ipucu vermemektedir.[27]

Sakkara'da M.Ö. 2000'li yıllara ait bir mezar kapısının üstünde, iki gence yapılan sünnet ameliyesine rastlanmaktadır. Eski Mısır'da sünnetin dini amaçla değil, hijyen için yapıldığı düşünülmektedir.[19]

Rahip olacak erkek çocukları sünnet oldukları bilinmekte ama bu durumun ne kadar zorunlu olduğu bilinmemektedir. Ritüel tüm vücudun tıraş edilmesi ile başlıyordu. Heredot, özellikle geç dönemde, sünnet geleneğinin Colchians (Karadeniz sahilindeki Kafkas dağlarının batı yamaçlarında yaşayan Afrika orijinli yani kara derili ve kıvırcık saçlı bir koloni Sopronius oraya ikinci Etiyopya adı vermiş), Parthenios (Bartın Irmağı), Macrenios, Mısırlılar, Etiyopyalılar, Suriyeliler, Filistinliler, Phoenicans (modern Lübnan sahillerinde yaşayan halka Greklerin verdiği isim), Macroniansların olduğu geniş bir alanda uygulandığından söz etmektedir.[27]

Mısır toplumunda, dini inançlar gereği, bedenin, yiyeceklerin ve evlerin çok temiz olması gerekiyordu. Başta din adamları olmak üzere herkes temizliğe özen gösterirdi. Vücuttaki bütün kılları üç günde bir tıraş etmek, günde iki defa yıkanmak, zararlı sayılan hayvanları yememek, suları kaynatarak içmek günlük hayatın temel prensipleri arasındaydı. 12 yaşına gelmiş erkek çocuklar sünnet edilirdi.[8]

Mısır’da sünnetin gençlere ağrı üzerindeki hakimiyetlerini gösterip, erişkinliğe geçmeleri için bir eşik olarak sunulduğu düşünülmektedir.[28] Antik Mısır’da din ve tıp arasında herhangi bir ayrım bulunmamaktadır. Rahipler aynı zamanda iyileştiricidir. Sünnet hijyenin yanında ahlaki, ruhani ve entelektüel gelişimin bir parçası olarak görülmüştür. Antik Mısır’da esir alınmış savaşçılar köleliğe alınmadan önce sıklıkla sünnet edilirlerdi. Ama sünnet sonrası yan etkiler çok sıktı ve sonuç olarak köle sayıları azalmıştı. Fenikeliler ve daha sonra geniş oranda esirleştirilen Museviler sünneti benimsemiştir ve gelenekselleştirmiştir. Zamanla sünnet Musevilik dini uygulamasına dahil edilmiş ve tanrı ile insan arasındaki anlaşmanın görünür bir işareti olarak kabul edilmiştir.[22][10]

Sünnet olayı ile ilgili olarak psikanalizin kurucusu Sigmund Freud, Oedipus kompleksine atıfta bulunmuş ve bu kompleks sonucu olan kastrasyon anksiyetesi (Hadım edilme korkusu) ile sünnet olayını ilişkilendirmiştir. Freud'a göre sünnet olayı erkek çocuğun annesine karşı duyduğu özlemden vazgeçtiğini göstermek amacıyla toplum önünde törensel olarak uygulanan bir cerrahi operasyondur. Erkek sünnet olarak artık erkekliğe adım atmış ve annesi ile bağlarını tam olarak koparmış olmaktadır.[15]

Sigmund Freud'a göre Erkeklerin sünnet olma adeti Musa tarafından Mısır’dan getirilmiş ve Yahudilere empoze edilmiştir. Freud Musa’nın Yahudilere kazandırdığı erkeklerin sünnet olması adetinin o tarihlerde sadece Mısır’da uygulandığını, Herodot’un da bu yönde bilgi verdiğini, mumya, mezar vb. kalıntılarının da bunu doğruladığını, Doğu Akdeniz’in hiçbir kültüründe (mesela Babil, Sümer) olmadığını, dolayısıyla Musa’nın Mısırlı olduğunu söylemektedir.[29] Hatta Sigmund Freud, kitabının ileriki bölümlerinde bugün bile Yahudilerden neden nefret edildiğini tahlil ederken gerçek sebeplerin geçmişe dayandığını söyleyerek iki sebep zikreder:

Yahudiler kendilerini seçilmiş ilan etmekle diğerlerinin kıskançlığına yol açmışlardır.
Sünnet hadisesi diğerlerine iğdiş edilme korkusunu hatırlatmıştır.[30][29]
Herodot’un konuyla ilgili sözleri şöyledir: “İnsanlar arasında yalnız Kolkhisliler, Mısırlılar ve Etiyopyalılar sünnet olurlar. Filistin’deki Fenikeliler ve Suriyeliler, kendileri söylerler ki, bu âdeti Mısırlılardan almışlardır; Thermodon ve Parthenios ırmakları kıyılarında yaşayan Suriyeliler ve komşuları Makronlar da bunu Kolkhisliler'den öğrendiklerini söylerler. Sünnet yapan halklar yalnız bunlardır ve anlaşıldığına göre Mısırlılar gibi yapmaktadırlar. Bu âdeti kim kimden aldı, Mısırlılar mı Etiyopyalılardan, yoksa bunlar mı onlardan bunu bilemem; zira belli bir şey ki, bunlarda bu adet çok eskidir” [31]

Sünnetin kökeni ile ilgili teorilerden biri James DeMeo'nun, "Erkek ve Kadın Jenital Yaralamalarının Coğrafyası" adlı makalesinde açıklanır. DeMeo, toplumların ataerkil özellikleri, sünnet uygulayıp uygulamadıkları ve uyguluyorlarsa bunun şiddetini ve küresel kuraklık endeksini bir harita üzerine koyarak karşılaştırır. Bu üç faktörün kesiştiğini fark eden DeMeo, sünnetin M.Ö. 5000 yıllarında Sahara'nın çölleşmesi ve bunun sonucunda kurulan ataerkil düzen ile ortaya çıktığı sonucuna varır. Daha sonra bazı tarihsel olayları inceleyerek sünnetin ataerkillikle birlikte Sahara'dan dünyanın başka yerlerine yayılışını açıklar.[32][15]

Ashley Montagu de "Sakatlanan İnsanlık" adlı makalesinde her iki cinste sünnetin, ataerkilliğin yükselmesi ile ortaya çıktığını iddia eder. Günümüzde sünnetin devam etmesini, eski ataerkil eğilimlerin halen güçlü olmasına bağlar.[33]

Sünnet, temizlik, cinsi hayata hazırlanma, üreme, toplum içinde sosyal prestij kazanma, bereket tanrılarına kurban verme gibi sebeplerle yapılmıştır. İlkel topluluklarda, acıya dayanma denemesi olarak, topluma kabul törenlerinden biri olmuştur; bu anlayışla ilkellerdeki yaşayışını devam ettirmektedir. Yahudilikte sünnet, erkek çocuğun doğumunun 8. gününde yapılması gereken dini bir emirdir. Müslümanlıkta ise terki günah olan dini emir, yani farz olmadığı halde, namaz, oruç, zekat gibi farzların önüne geçmiş, adeta erkeğin Müslümanlığının belirtisi olmuştur; sünnetsiz Müslüman erkek düşünülemez.[8]

Tunceli Alevileri, sünnetin ortaya çıkmasını şu kıssaya dayandırmaktadırlar: Hz. İbrahim peygamberin oğlu olmaz, ikinci kez evlenir. Allah'a yalvararak eğer bir çocuğu olursa hak yolunda kurban edeceğini vaat eder. Hz. İbrahim'in dileği kabul olunur ve bir çocuğu olur. İkinci eşi olan Hz. Hacer'den doğan çocuğun ismi İsmail konur. İsmail büyüyünce Cebrail bir nida getirerek Hz. İbrahim'in İsmail'i kurban edilmek için söz verdiğini hatırlatır. Hz. İbrahim, İsmail'i alıp Arafat Dağı'na götürürken yolda şeytana rastlar. Hz. İsmail, hurma yemekle meşgulken, Şeytan, Hz. İbrahim'i caydırmaya çalışır. Hz. İsmail, hurmanın çekirdeğini babasını caydırmaya çalışan şeytanın gözüne atar ve "Bu adam, seni caydırmaya çalışıyor." der. Gözü kör olan şeytana o yüzden kör şeytan denir. O zaman şeytan bir aksakallı kılığında geldiği için tanınmamıştır. İsmail, şeytanı teşhis etmiştir. Bunun üzerine Hz. İbrahim oğlunu alıp Arafat Dağı'na çıkar. Gözlerini bağlar, bıçağı çıkarıp kurban etmek için bıçağı boynuna atar; fakat bıçak kesmez. Bıçağı taşa vurur, bıçak mermer taşı keser. O anda o bıçak da konuşmaya başlar: "Hak'tan izin yok, İsmail'in bir tüyünü kesemem" der. Cebrail, Hz. İsmail'i kaldırıp koçu indirir. Koç İsmail'in yerine kurban edilir. Kesilen kurbandan 90 kişi yer, o zaman karıncalar gelir: "Ya İsmail bizim payımız nerede" derler. Karıncalar davacı olur, Cebrail Hak'tan nida getirir: "Ya erenler dişlerinizin arasını karıştırın, onu da karıncalara verin" der. Herkes dişlerinin arasında olan eti karıncalara verir, karıncalar davalarından vazgeçerler. Karıncalardan sonra bu defa toprak davacı olur: "Kurban kesip yediniz, kanını bana akıtmadınız" der. Kimse cevap vermez, Cebrail, yine Haktan bir nida getirir: "Ey erenler Allah'ın emri şu ki, İsmail'in bileğini kesin kan toprağa aksın, toprak razı olsun" der. O zaman Hz. İsmail sünnet edilerek kanı toprağa akıtılır.[34] Yöre halkı, sünneti Hz. İbrahim'den kalan bir gelenek olarak gördüklerini bu kıssa ile ifade etmişlerdir.[35][4]

15. yüzyılın ortalarında Amasya’da yaşayan Şerafeddin Sabuncuoğlu’nun, 3 ciltlik el yazması, "Cerrahiye-i İlhaniye" isimli eseri içinde çocuk cerrahisi açısından önemli olan sünnet ve sünnet hataları gibi bazı konular detayları ile ve açıklayıcı resimler ile yer almıştır.[36]

Tarih boyunca Mısırlılar, Yahudiler, Babillilerin sünnetli oldukları görülmüştür. Eski Mısır piramitlerinde bulanan bazı mumyaların sünnetli oldukları görülmüştür.[37] Kristof Kolomb yenidünyayı keşfettiğinde, birçok yerlinin sünnetli olduğunu görmüştür.[38]

Tıbbi nedenlere yapılan sünnetin ilk başlangıcı ise 19. yüzyıldadır. 1891 yılında Remondino sünnetin tıbben yararlı bir girişim olduğunu vurgulayarak alkolizm, epilepsi, astım, enüresis, fıtık ve gut gibi bazı hastalıklardan korunmada etkin olduğunu öne sürmüştür.[39] Bu şekilde 20. yüzyılın ilk yarısına kadar genellikle sünnet lehinde çıkan araştırmalar özellikle İngilizce konuşan ülkelerde tıbbi sünnetin, sıklıkla yeni doğan döneminde yapılmak üzere yaygınlaşmasına neden oldu.[40]

1949 yılında Gairdner yazdığı makalede rutin sünneti sorgulayarak sünnet derisinin özellikleri ve önemini vurguladı.[41] Bu makaleden sonra ise sırasıyla İngiltere, Kanada ve ABD’de Çocuk Hastalıkları Dernekleri rutin sünneti tavsiye etmekten vazgeçtiler.[40] Sünnet oranları bu ülkelerde belirgin olarak düştü. Ancak özellikle sünnetin çocuklarda idrar yolu enfeksiyonlarını (İYE) belirgin olarak düşürdüğünün gözlenmesi ile 1989 yılında Amerikan Çocuk Hastalıkları Akademisi yeni bir bildirgeyle daha çok kararı aileye bırakan daha tarafsız bir konum almıştır.[42] Bugün, dünyadaki erkeklerin nerdeyse dörtte biri tıbbi nedenlerle ya da geleneksel, dinsel yani tıbbi olmayan nedenlerle sünnet olmaktadır.[43][23]

Günümüzde sünnet esas olarak Musevilik ve İslamiyet dinlerinde uygulanmaktadır. Musevilik inancında Yaratılış kitabına göre tanrı İbrahim’e kendisini ve erkek çocuğunu sünnet etmesini emretmiştir. Tevrat’ta tanrının İbrahim’e “Aranızdaki her erkek sünnet olmalıdır ve bu benimle sizin aranızda anlaşma olarak kabul edilmelidir, aranızda 8 günlük olanların hepsi nesiller boyunca sünnet edilmelidir” şeklinde emrettiği yazmaktadır. İslamiyet inancında ise sünnet işlemi peygamberin sözleri ve davranışları ile belirlenen bir kavram olan “sünnet” üzerine kurulmuştur. Sünnet için Hz. Muhammed’in “Erkekler için kanun, kadınlar için ise onurun korunması” şeklinde vurgu yaptığı belirtilmiştir.[44] İslamiyet’te belirli bir sünnet yaşı yoktur, ama genellikle erkek çocukları 7 yaşına geldiğinde uygulanır. İslam’da sünnet kesin bir emir olmamakla birlikte, Müslümanlar arasında büyük simgesel önemi olan bir gelenek olarak ele alınmaktadır.[45] Uygulamada ise hemen her Müslüman çocuk sünnet olmaktadır. Museviler sünnet olma nedenleri için özellikle tanrının emirlerini belirtirken, Müslümanlar kozmetik, hijyenik ve tıbbi nedenleri de ön plana çıkarırlar[44][10]

Modern zamanlara kadar sünnet, cinsel bir kontrol aracı olarak düşünülmüştür. Bu görüşlerin en çok bilinenlerinden biri Yahudi asıllı düşünür İbn Meymun'un 1190 yılına ait şu sözleridir:

"Söz konusu sünnet olduğunda, öyle sanıyorum ki amaçlanan cinsel ilişkiyi azaltmak, cinsel organı zayıflatmak, ve bu şekilde erkeğin mutedil olmasını sağlamaktır. Bazı insanlar sanır ki, sünnet erkeğin yapısındaki bir bozukluğu gidermek içindir, ama buna herkes kolaylıkla cevap verebilir: Nasıl olur da doğadaki canlılar dışarıdan düzeltmeyi gerektirecek kadar "eksik yaratılmış" olabilirler, hele bu özellikle üstderi gibi işlevi açık seçik belli olan bir yapı ise? Gerçek şu ki, bu emir, eksik yaratılışlı bir yapıyı düzeltmek için değil, insanın ahlaki yetersizliklerini tamamlamak içindir. Bu organda açılan yara tam da istendiği gibidir; ne gerekli işlevlere zarar verir, ne de çoğalma yeteneğine. Sünnet basitçe aşırı isteği dengeler, çünkü sünnetin cinsel heyecanı azalttığına dair şüphe yoktur. Organ daha başlangıçtan kan kaybederek ve koruyucu tabakasını yitirerek güçsüz hale gelir......" [46]

Yahudi Mitolojisi'nde Sünnet

Sünnet Yahudi dini inancında büyük yer tutar. Kutsal kitaplarına göre, Tanrı, elçisi İbrahim aracılığı ile Yahudilerle arasında "Akide" adı verilen anlaşmayı yapmış, ve bu anlaşmanın delili olarak da İbrahim ve halkına sünnet olmalarını emretmiştir. Bu inanışın gereği olarak Yahudiler, doğumdan kısa bir süre sonra erkek bebeklerini sünnet ederler.[15]

Yahudi mitolojisine göre; 6. günde Tanrı kendi imgesinden erkek ve kadını yaratır. Adem’i saf tozdan yaratırken, Lilith’in yaratılması esnasında kir, pislik ve çamurları da ekler. Adem ve Lilith beraber huzuru hiçbir zaman bulamazlar. Adem Lilith ile yatmak istediğinde Lilith, “Neden senin altına yatmak zorundayım, ben de senin gibi tozdan yapıldım, yani sana eşitim.” der. Adem’in boyun eğmeye zorlaması sonucunda ise Tanrı’nın sihirli ismini söyleyerek rüzgar haline dönüşür ve Kızıldeniz’e kaçar.

Adem’in şikayeti üzerine Tanrı Senoy, Sansenoy ve Semangelof isimli meleklerini Lilith’i geri getirmek üzere gönderir. Bu sırada Lilith, şeytanlarla beraber olup, ıslak rüyalar gören veya mastürbasyon yapan erkeklerin spermleriyle her gün yüzlerce lilim denilen şeytan yavruları doğurmaktadır. “Adem’e geri dön yoksa seni boğarak öldürürüz.” Meleklerin bu çağrısı karşısında Lilith, “Kızıldeniz’deki yaşadıklarımdan sonra nasıl dürüst bir ev kadını olabilirim?” der. Cezasının ölüm olacağı söylendiğinde ise “Nasıl ölebilirim ki, Tanrı bana sekizinci güne kadar tüm erkek çocukların, yirminci güne kadar da tüm kız çocukların bakım sorumluluğunu verdi. Yine de sizlerin isimlerini bir muskada görürsem, söz veririm o bebeği rahat bırakacağım.” Bu tılsım sözü üzerine melekler anlaşır ve geri dönerler. Ancak Tanrı Lilith’i her gün yüz tane çocuğunun ölmesiyle cezalandırır. Böylece insan yavrusuna zarar veremediği durumlarda Lilith kendi yavrusuna dönecek ve kendisinden kaybedecektir.[47]

Yahudi Mitolojisinde anlatılan, Babil-Asur’ca Lilitu’dan gelen Lilith, kabul edilen en eski kayıtlı hikâye olan Sümer tabletlerinde (Gılgamış destanı) Lillake olarak görünür. Daha birçok eski hikâyede ortak nokta Lilith’in çağlar boyu kadınlara atfedilebilecek bütün olumsuz sıfatların taşıyıcısı olmasıdır: Baştan çıkarıcı, fahişe, cadı, vampir, cinlerin başı, gece canavarı, 'unvan'larından bazılarıdır. Hatta illet kelimesinin de kökeni olduğu düşünülmektedir. Birçok Yahudi toplumunda yukarıdaki hikaye ve Lilith ile melekler arasındaki diyaloglar ritüellerde kendilerine karşılık bulmaktadır. Doğum odasında kapı üzerine kömür ile bir daire çizilmekte ve içerisine “Adem ve Havva. Lilith dışarı” yazılmakta, yine kapı üzerine üç meleğin isimleri yazılmaktadır. Lilith sünnetli erkeklere yaklaşmamaktadır. Erkek bebekler 8. günlerinde sünnet edilerek korunmaktadır. Ayrıca sünnetin mastürbasyonu da engellediğine inanılmakta, bu sayede şeytan yavrularının da doğmasının engellendiği düşünülmektedir. Mastürbasyonun sünneti engelleyeceği görüşü birçok bilimsel tıbbi makalede de kendisine yer bulmuştur.[49] Lilith’in bir şekilde bebeklerin yanına yaklaştığının göstergesinin uyuyan bebeğin yüzünde gülümseme olması olduğu düşünülür. Bu durumda bebeğin dudağına hafifçe vurularak Lilith’in kaybolması sağlanır.[47][48]

Yahudi yasasına göre bütün erkek çocuklar sünnet edilmek zorundadır. Bunun kökeni, daha önce yer yer ifade edildiği gibi, Tanrı’nın İbrahim’le yaptığı ahdin bir işareti olarak sünnetin yapılması ve bunun nesiller boyunca devam etmesi gerektiğinin ifade edildiği zamana kadar geri götürülebilir (Yaratılış 17/10-12).[50]

Sünnet, çocuğun doğumundan sekiz gün sonra Şabat’ta, Yom Kipur’da yapılır. Sağlık şartları uygun değilse, bu tarih ertelenebilir. Sünnet, bir çocuğu Yahudi yapmaz. Çünkü Yahudilik Yahudi bir anneden doğmakla elde edilen bir niteliktir. Ancak sünnet, çocuğu Tanrı’nın yaptığı ahdin bir üyesi haline getirir. Çocukken sünnet olmayan Yahudiler ve sonradan Yahudi olanlar sünnet olmak zorundadırlar. Modern Yahudi mezheplerinin birtakım itirazlarına rağmen, sünnet seküler Yahudiler arasında da bugün varlığını devam ettirmektedir.

Sünnette, çocuğun bir sünnet annesi ve bir de sünnet babası olur. Ayrıca bizdeki kirvenin fonksiyonunu icra eden sandak diye isimlendirilen çocuğun kucağında sünnet olduğu bir kişi de vardır. Sünnet işi, doktorlar tarafından da yapılmakla birlikte, bu iş hususunda uzman kişiler olan sünnetçiler, mohel tarafından yapılır. Operasyondan sonra mohel, bir fincan şarap üzerine bebek için dua eder ve ona İbranice isim verir. Çocuğa bir damla bu şaraptan verilir. Bu işlemlerin arkasından kutlama yemeği yenir.[50]

Günümüzde Yahudi nüfusunun €’den fazlasını oluşturan Ortodoks Yahudilikte bu uygulamalara rastlanılmamaktadır. Yine Yahudiliğe girişte sünnet olma şartı reformist ve yeniden yapılanmacı Yahudilerce şart koşulmamakta, tavsiye edilmektedir. Bunun asıl sebebinin ise, özellikle Amerika’da, Yahudi nüfusundaki azalmanın sebep olduğu ifade edilmektedir.[51]

Yahudi toplumunda erkeklere sünnette, kızlara ise sinagogdaki bebek kutsamasında isim verilir.[50] Yahudi oğlanlar, doğumlarından sekiz gün sonra sünnet edilirler. Tanrıya bağlılıklarının bir işareti olarak bunu yaparlar. Çocuk, adını bir ad koyma merasiminde alır.[52]

Yahudilik, ataerkil bir din olduğundan, sünnet bir tören olarak kutlanır ancak kızlar için böyle bir şey yapılmaz. Kadınlara dair bu tür ayırımları ortadan kaldırmaya yönelik çabalara rağmen, sinagogdaki günlük ibadette hala, Tanrı’ya kendilerini bir kadın olarak yaratmadığı için dua edilir. Kızlara yönelik bu tür törenler yapma girişimlerine rağmen, bu konuda bir gelenek oluşmamıştır.[50]



Hıristiyanlık'ta Sünnet

Hz. Yahya ve Hz. İsa, doğumlarını takip eden sekizinci gün [53] ebeveynleri tarafından sünnet ettirilmişlerdir. Pavlos, iman için sünnetin şart olmadığını ileri sürdüğünden [54] Hıristiyanlaşan Romalılar sünnet olmamışlardır. Yahudiliği seçen Romalılar ise Jüstinyen’in doktorları tarafından sünnet edilmişlerdir.[55][56]

Pavlos, Hıristiyanlığın Putperestler arasında yayılabilmesini kolaylaştırmak için, yeni dine girenlerin Yahudi şeriatine (yasasına) uymayabileceğini düşünmüş ve sünnet gibi, onlara zor gelebilecek bazı dini yükümlülüklerden onları muaf tutmuştur. İşte Pavlos tarafından verilen dini içerikli tavizler, yeni Hıristiyan olanların, Yahudi şeriatına uyup uymama veya hangilerine ne kadar uyacakları konusunda tartışmaların başlamasına sebep olmuştur. Bu anlaşmazlığın giderilmesi için Pavlos, Kudüs'e gelmiş ve orada, 49-50 yıllarında "Havariler Konsülü" adıyla anılan konsülü toplamıştır. Havariler konsülünden sonra, Hıristiyanlar arasında iki grup ortaya çıkmıştır. Bunlardan birisi Pavlos'un görüşlerinin hakim olduğu grup, diğeri de "Yahudi-Hıristiyanlar" grubu olmuştur. Bu husus, Pavlos'un Galatyalılara yazdığı mektupta, Petrus'a "sünnetlilik İncil"i, kendisine de "sünnetsizlik İncili" verildiğinden bahsetmesinden de anlaşılmaktadır.[57]

M.S. 49-50’deKudüs’te yapılan toplantıda [58] Petrus, Barnaba ve Pavlos konuşmalar yapmışlardır. Toplantı sonunda, kurtuluş için tanrısal hukuka bağlı olmanın gerekli olmadığına- dolayısıyla tanrısal hukukun bir parçası olan sünnetin de şart olmadığına ve diğer uluslardan (Gentilelerden) dine yeni girenlere zorluk çıkartılmaması konusunda anlaşmaya varılmıştır.[59]Yakup, Petrus, Pavlos ve Barnaba’nın katılımıyla gerçekleşen bu konsül sonrası [60], Antakya’daki cemaate; bu tür tartışmaları yapanları tanımadıklarını ve onları “akıl karıştırıcılar” [61] olarak gördüklerini belirten bir mektup göndermişlerdir.[62][63]

Pavlos, Petrus Antakya’ya geldiği zaman, onu açıkça suçlar. Yakup’un yanından bazı adamlar gelmeden önce Petrus'un diğer uluslardan olan adamlarla birlikte yemek yediğini ama o adamlar gelince sünnet yanlılarından korkarak sünnetsizlerden uzaklaştığını, onlarla yemek yemez olduğunu” anlatarak Petrus’u ikiyüzlülükle itham eder ve onun adını kullanır.[64][56]

Oysa Pavlos’un Yahudi kökeniyle yakından ilişkili olan İbranice Saul ismi, büyük ihtimalle İsrailoğulları tarihindeki meşhur kral Saul’un isminden hareketle ve sünneti sırasında kendisine verilmiştir. Resullerin İşleri’nde Pavlos, kendi doğum yeri olarak, “Ben Kilikya’dan Tarsuslu bir Yahudi, hiç de önemsiz olmayan bir kentin vatandaşıyım” [65] ve “Ben Yahudi'yim. Kilikya’nın Tarsus kentinde doğdum”, diyerek Tarsuslu olduğunu söyler. Soyu hakkında ise “Doğumumun sekizinci günü sünnet oldum. İsrail soyundan, Benjamin oymağından, özbeöz İbrani'yim. Kutsal yasaya bağlılık derseniz Ferisi’ydim” der.[66][56]

Pavlos’a göre sünnet, Cumartesi gününe riayet, Tapınağı tazim artık yürürlükten kalkmıştı, hatta Yahudiler için de durum böyleydi. Hıristiyanlık, putperestlere açılmak amacıyla, Yahudiliğe olan siyasi-dini bağımlılığından kurtulmalıydı.[67] Onun hangi sebeplerle Eski Ahit’in çok önemli bir emri olan “sünnet”e karşı çıktığını anlamak zordur. Pavlos, bir taraftan sünnetin yararlı olduğunu söylemesine [68] rağmen, diğer taraftan da gereksizliğini savunmasını Galatyalılara Mektubu’nda şöyle yazmaktadır: “Sünnet edilen her adamı bir daha uyarıyorum, Kutsal Yasa’nın tümünü yerine getirmek zorundadır.” [69] Bunun; Pavlos'un, Hıristiyanları şekilcilikten uzaklaştırıp, İsa’ya iman etmelerini her şeyden üstün görmelerini idrak ettirmek olduğunu farz etsek bile, bu hususta İsa ile sorunları bulunmayan havariler ve Kudüs cemaati ile muhalefetini açıklamak yine zordur.[56]

Günümüz Hıristiyanlığına göre de Tanrı gözünde çocukları sünnet ettirmek veya ettirmemek arasında bir fark yoktur. Bunda zarar olmadığı gibi yarar da yoktur, tabi doktorların bunu önerdiği kimi tıbbi durumlar hariç. İsrailoğulları’na, oğullarını sünnet etme emri verilmiştir [70] ancak Yeni Ahit’te Hıristiyanların böyle bir zorunluluğu olmadığı açıkça belirtilmiştir.[71] Yahudiler arasında doğan Hıristiyanlık inanışında da sünnet önceleri tartışma konusu olmuş, ancak havarilerin ve özellikle de Paul'un "gereksiz" olarak görmesi nedeniyle dini bir gereklilik halini almamıştır. Ne var ki Mısır'daki Kıpti topluluğu gibi Afrika'daki bazı Hıristiyan gruplar hem kadın hem erkek sünnetini, ABD'deki bazı Protestan mezhepler ve Filipinler'deki Katolikler ise erkek sünnetini dinen gerekli olarak kabul ederler.[15]

İslam'da Sünnet

Kurân'da "Sünnet" (hitan) ile ilgili bir âyet bulunmamakla birlikte, Müslümanlığın simgesi olarak kabul edilmiştir. Geçmişi Hz. İbrahim'e kadar varan sünnet, câhiliye devri Arapları arasında da devam edegelen bir âdetti. Araplarda hem kadın hem de erkekler sünnet edilirdi. Erkeğin sünneti için "hitan" kadınların sünneti için "hafd" kelimesini kullanmaktaydılar. Ancak "el-hıtanan" ifadesi sünnet edilen yer anlamına hem kadın hem erkek için müşterek kullanılır. Bunların birbirine değmesi guslü gerektirir.[72]

Müslümanların kutsal kitabında sünnetle ilgili herhangi bir ifade yer almaz, ayrıca İslamiyet'in ilk yıllarında sünnet tartışma konusu da olmamıştır. Bu sıralarda Arapların kadın ve erkek sünnetini ne oranda uyguladıkları bilinmemektedir. Bugün Müslümanların büyük çoğunluğu erkek sünnetini, Afrika'daki inananların büyük bir kısmı ise kadın ve erkek sünnetini dinen gerekli görürler. Sünnetin Müslümanlar tarafından gelenekselleştirilmesinin 9. yüzyılda İslam'a dönen Yahudi asıllıların beraberlerinde kendi dinlerinin inançlarını İslam'a taşıması anlamına gelen İsrailiyyat ile olduğu sanılmaktadır.[73]

İslami kaynaklara göre sünnet, Hz. İbrahim'in 80 yaşlarında kendine tatbikiyle başlamıştır. Bir rivayete göre Hz. İbrahim'in Kurân'da söz edilen bazı kelimelerle sınanması (el-Bakara, 124) temizliğe dair sorularla olmuştur. Bunların vücûda dair olanları sünnet olmak, koltuk altı ve kasık kıllarının kesilmesi, su ile istinca ve tırnakların kesilmesi gibi hususlardı.[74]

Hz. İbrahim'in 80 yaşlarında Kaddüm köyünde sünnet olduğu rivayet edilir.[75] Ebu Hureyre'den gelen bir rivayette "Kaddüm" yerine "kadum" ifadesi kullanılmıştır ki o zaman ifade "bir marangoz aleti olan keserle sünnet oldu" anlamına gelmektedir. Ayrıca onun 70 veya 120 yaşlarında olduğu da rivayet edilmiştir. Hz. İbrahim sünnet olmuştur. İsrailoğulları arasında câri olan Tevrat'ın hükmü de böyle idi. Hz. İsa'ya kadar böyle devam etmişken sonradan Hıristiyanlar bu âdeti bozmuş ve "hitan", kalbin guffesini (kalbi bürüyen perdeyi) atmaktır, şeklinde yanlış bir yorumla sünneti bırakmışlardır.[76]

Başka bir rivayette de şöyle denilmektedir: "Hiç kuşkusuz ilk misafir edinen, ilk defa don giyen ve ilk kez sünnet olan Hz. İbrahim'dir".[77] Sünnet olmak ondan sonra bütün peygamberlerde ve onlara uyanlarda devam etmiş, Hz. Muhammet, peygamber olarak gönderilinceye kadar sürüp gitmiştir.[74]

İslam alimlerine göre sünnet olmak, insanın fıtratından kaynaklanmaktadır: Doğuştan insan ruhuna yakışan hususlardan bir kısmı şunlardır: "Ağzı su ile yıkayıp çalkalamak, buruna su çekmek ve temizlemek. Bıyıkları kesmek (veya kısaltmak), tırnakları kesmek, koltuk altının kıllarını gidermek, etekteki kılları gidermek ve sünnet olmak".[78]

Hz. Muhammet, bir başka hadislerinde şöyle demiştir: "Dört şey var ki, bunlar peygamberlerin sünnetlerindendir. Sünnet olmak, güzel koku sürünmek, misvak kullanmak ve evlenmek".[79]

Rivayete göre, Peygamberlerin bazıları sünnetli olarak dünyaya gelmişlerdir. Bunların sayısı 10-17 kadardır. İmam Suyuti bunlardan bir kısmını bir şiirle ifade etmiştir. Bunlar Adem, Şit, Nuh, Sam, İdris, Musa, Salih, Lut, Yusuf, Şuayb, Yunus, Süleyman, Yahya ve Hz. İsa'dır. Şiirin sonu "Hatem"le biter ki maksat Hz. Peygamberdir.[80] Bazı rivayetlere göre ise doğumunun yedinci gününde dedesi bir ziyafet vererek onu sünnet ettirmiştir.

Buhârî'nin vahyin başlangıcına dair kitabında Şam piskoposu İbnu'n-Natur'un bir ifadesine yer verir. Buna göre yıldızlara bakarak kehanette bulunmada mâhir olan Herakelias bir gece "hitan melikinin zuhur ettiğini görür. Tam bu sıralarda Hz. Peygamber'in elçisi kendisine gelmişti. Elçinin kendisi de sünnetli idi". Olay sünnetin İslam'ın ilk müesseselerinden biri olduğunu göstermektedir.[74]

Sünnet konusunda Wensınck, şu bilgileri ifade eder: Hitan, sünnet lisan al-Arab (h-t-n maddesi)'a göre bu tabir hassaten erkeklerin sünneti hakkında kullanılır: Kadınların sünneti için ayrı bir kelime vardır ki, o da "hafz"dır. Wensınck bir de Buhari'den "eğer iki sünnet yeri birbiriyle temasta bulunursa gusl lazımdır". hadisini nakleder. Yine Wensınck'a göre "hitan eski Arabistan'da umumi bir adetti". Diğer taraftan "hitan" Wensmck’a göre Kur'an'da değil, hadislerde ve şiirlerde ifade edilmiştir.[81]

İslam dininde sünnetin erkekler için vacip olarak kabul edilmesine rağmen, bu konuda farklı görüşler vardır. Mesela İmamı Şâfi'ye göre "sünnet" erkekler için de, kadınlar için de vaciptir. İmamı Maliki'ye göre ise sünnettir. "Kadınların sünneti" için Arapçada "hafz" tabiri kullanılır.[82] Bu konuda Ana Britannica’da şu bilgiler yazılıdır: "Klitoridettomi olarak adlandırılan kadın sünneti (Arapça hafz), farklı topluluklarda farklı biçimlerde Uygulanan ve klitorisin bir bölümü kesilerek gerçekleştirilen, gene törensel bir uygulamadır. Yeni Gine, Avustralya, Malakka takım adaları. Etiyopya, Mısır ve Afrika'nın başka kesimleri. Brezilya, Meksika ve Peru'da, ayrıca Ortadoğu, Afrika, Batı Asya ve Hindistan’da yaşayan çeşitli Müslüman topluluklarda yaygındır" [83][81]

Hz. Muhammed, "Sünnet (hitan), erkeklere sünnet, kadınlar için fazilettir" [84] buyurmuştur. Bu sünnet, Ebu Hanife ve İmam Malik'e göre mutlak sünnet, Ahmed b. Hanbel'e göre erkeğe vacip, hanımlar için sünnettir. Şafiî erkek ve kadın arasında vucûb bakımdan bir fark görmemiştir.[85] Çoğunluğu Hanefi olan Türklerde kadınlar sünnet edilmezler. Ebu's-Suud Efendi kendisine yöneltilen; "Diyar-ı Arap'ta avratları sünnet ederler. Bu fiil sünnet midir?" sorusuna "el-Cevap: Müstehaptır" şeklinde cevap vermiştir.[86]

Hz. Muhammed, ileri yaşlarda Müslüman olanlara, 80 yaşlarında da olsalar "Üzerinizdeki (İslâm'ın hoşlanmadığı) fazla kılları temizle, traş et ve sünnet ol" buyururdu.[87] Usaym b. Kelib'in babasından, onun da dedesinden naklettiği rivâyete göre, dedesi demiş ki: "Peygamberimiz (s.a.s)'e geldim ve İslamiyet'i kabul ettim. Bunun üzerine Hz. Muhammed şöyle buyurdular: Kendinden küfrün kıllarını at ve sünnet ol".[88]

Hz. Muhammed, ümmetini sürekli hayırlı ve mutlu sonuç getiren işlere yöneltir ve onları başkasından seçip ayıracak hususları öğretirdi. İşlenip işlenmediğinin derinliğine inmek, araştırıp kontrol etmekle yükümlü değildi. Onun bu konuda izlediği yol, İslâm'a girenleri dış halleri ile kabul etmek ve değerlendirmekten ibaretti. Gizli hallerini ise Allah'a bırakırdı.[74]

Hasan Basrî: Rasûlüllah Efendimize uyarak bir çok kimseler İslam'a girdi. Siyahı, beyazı, Romalısı, İranlısı, Habeşlisi... Ama bunlardan hiç birinin sünnet olup olmadıkları araştırılmadı. Şayet sünnet olmak vacip olsaydı, sözü edilenler sünnet olmadan İslam dinine kabul edilmezlerdi" demektedir. Ancak bu delil sünnet olmanın ihtiyari olduğu ispatlayacak nitelikte değildir. Zira Araplar zaten kesinlikle sünnet olmakta idiler. Diğer taraftan Yahudilere gelince, bunlar da kesin olarak sünnet olurlardı. Hıristiyanlara gelince onlardan bir grubu sünnet olurken, diğer bazıları da olmazdı. İslam dinini kabul eden herkes, ister puta tapan Arap olsun, ister Yahudi, ister Hıristiyan olsun, İslâmî prensiplerden birinin sünnet olmak olduğunu bilirdi. Bunu bildiği için de İslam dinini kabul ettikten hemen sonra boy abdesti aldıkları gibi sünnet olurlardı.[74]

İslam hukuk otoritelerinin sünnet fiilinin gerekli bir ibadet olmasındaki sebep ve illetleri şöyle göstermişlerdir: Sünnetsiz kimse abdestini ve namazını bozmaya kendisini arz etmiş olur. Çünkü kesilmedik kalan deri, cinsel organının baş kısmını tümüyle kapatmaktadır. İdrar altına girince onu temizlemek hayli güçtür. Böyle bir durumda sağlıklı bir temizlik ancak sünnet olmaya bağlıdır. Bundan ötürü gerek selef (öncekiler) olsun gerekse halef (sonrakiler) olsun bir çokları sünnetsiz kimsenin imamlığını uygun görmemişler ve yasaklamışlardır. Fakat tek başına kıldığı namazlarda ise, devamlı idrarı damlayan kimse gibi özür sahibi sayılır.[74]



Osmanlı'da Sünnet

Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminden 19. yüzyıl sonlarına kadar padişahlar veya saray mensupları tarafından çeşitli vesilelerle yüzlerce şenlik ve tören düzenletilmiştir. Bu şenlikler, padişah çocuklarının doğumları (velâdet-i hümâyun), sultan hanımların ya da saraya mensup kişilerin evlilikleri (sûr-i cihâz), şehzadelerin ilk derse başlamaları (bed-i besmele), kazanılan askerî zaferler (fetih şâdumânlığı), ordunun sefere çıkması gibi vesilelerle ve en çok da şehzadelerin sünnet törenleri vesilesiyle yapılmıştır. Şenlikler, tarihçiler, gösterileri izleyen yerli ve yabancı konuklar tarafından kaydedilmiş ve bu şenliklerden bazıları edebî eserlere konu olmuştur.[89]

Osmanlı'da Padişahların çocukları, şehzadelerin sünnetleri çok gösterişli bir şekilde yapılıyor. Günlerce sürüyor, bazen de sultan düğünleriyle birleştirilebiliyordu. Şehzadelerle birlikte birçok çocuk da sünnet ettiriliyordu. Padişahların erkek çocuklarının sünnet düğünlerine, kızlarının veya kız kardeşlerinin evlenme düğünlerinde yapılan törenlere Sûr-ı Hümayun denirdi. Osmanlı döneminde yapılan düğün ve şenliklerin, sünnet ve düğün törenlerinin büyük bir önemi vardı.

Osmanlı tarihinde bulabildiğimiz ilk sünnet 1365’te I. Murat’ın şehzadesi Bayezid’ın Yakup ve Savcı Beyin sünnetleri için Bursa’da düzenlenmiştir. 1389 yılında Yenişehir’de I. Murat ile iki şehzadesi Bayezid ve Yakup üç Bizans prensesiyle evlendiler ve aynı şenlikte Bayezid’ın üç oğlu da sünnet olmuşlardır.[90]

Kaynaklara baktığımızda İstanbul’un fethinden sonra padişahların Edirne’yi bir dinlenme mekânı olarak kullandıklarını, yabancı elçileri Edirne’de ağırladıklarını, saray erkânı sünnet düğünlerinin burada yapıldığını görmekteyiz.[56] II.Bayezid zamanında 1490 yılında At meydanında çok görkemli sünnet ve evlenme düğünü şenlikleri olmuştur. Şehzade Sultan Ahmet’in oğlu ile vezir oğullarından biri sünnet edilmiş, kız çocuklarından biri Uzun Hasan’ın torunu Uğurluoğlu Ahmet Mirza’ya, biri Davut Paşa oğluna, biri de İskenderiye (İşkodra) Beyi Nasuh Bey’e nikâhlanmıştı. Bunların düğünleri de töre gereğince, günlerce sürmüştür. Sancakta olan şehzadeler Cem Sultan’la birlikte sünnet edilmişlerdir.[90]

Osmanlı törenlerinin bazıları dini yapıdaydı. Örneğin Kurban Bayramı, Şeker Bayramı ya da Mevlid Kandili gibi. Törenlerin içindeki öğelerde de dini olanlar vardı. Törenlerin temeli Sultan olduğu ve Sultanın da hem imparatorluğun hem de İslam'ın başı, halifesi olduğu için bu merasimlerde dini yapıyı görebiliyoruz. Özellikle yabancılar ve İslam dininden olmayanlar üzerinde bir yandan da imparatorluğun gücü üzerinde propaganda yapılırken aynı zamanda İslam'ın üstünlüğü de vurgulanıyordu. Törenlerde, özellikle sünnet törenlerinde yüzlerce Müslüman olmayan kişinin Müslümanlığı kabul ettiği ve sünnet olduğu görülmektedir. Sünnetlerin bir başka özelliği de pek çok sünnet düğününün ayrıca bir ya da birkaç sultan hanımın evlenmesi ile birleşmeleriydi.[90]

Şehzadelerin sancağa çıkarılması usulü bu tarihten sonra terk edildiği için sünnet eğlenceleri de pek o derece önem verilmiyordu. Bu yüzden padişahların cülusunda sünnet edildiğini gösteren örnekler mevcuttur.[90]

Eskiden sünnet günü çocuk giydirilir, bineceği at hazırlanır, dualarla ata bindirilirdi. Sonra evliya türbeleri ziyaret edilir, sonra alay halinde davullar çalarak sokaklar dolaşılırdı. Eve gelen çocuk, hediyeler verilmeden attan inmez, yakınları, akrabaları hediyeleri verdikten sonra, dualarla indirilip içeri alınırdı. Bugün at yerine arabalarla bu iş yapılmaktadır.

Sünnetten önce veya sonra Kuran-ı kerim ve Mevlid okunurdu. Sünnet çocuğu el öptükten sonra bazı yerlerde kirve denilen, ailenin çok sevdiği bir şahıs tarafından sıkıca tutulurdu. Mesleğinde usta, eli çabuk sünnetçi, hep bir ağızdan getirilen bayram tekbirleri arasında sünnet ediverirdi. Hemen süslü yatağa yatırılan çocuğa (Mâşallah, bârekallah) diye, hayır dua edilirdi. Misafirlere şerbet, şekerleme ve benzeri ikramlarda bulunulurdu. Bundan sonra misafirler sırayla çocuğun yatağının yanına gelirler, hediyeler verip ayrılırlardı.

Saraylardaki, konaklardaki sünnet düğünleri dillere destan olurdu. Şehzadelerin sünnet düğünlerinden bazıları hâlâ anlatılmaktadır. Hâli vakti iyi ailelerin sünnetlerinde, kaynayan kazanlarla fakir fukara da doyardı. Misafirlerin yanında herkese açık olan sünnet düğün evi, bayram yeri gibi olurdu. Eskiden genellikle etli pilav, zerde ikram etmek âdet halindeydi. Ayrıca lokum, şerbet gibi şeyler de verilirdi. Günümüzde eski ihtişamında olmasa bile bu güzel âdet her yerde benzeri şekilde devam etmektedir.[91]

Sünnetin Tıbbi Yararları

Sünnet, idrar yolu enfeksiyonlarına ve penis iltihaplarına yakalanma riskini azaltmaktadır. Yapılan çalışmalara göre sünnet, bebeklerde idrar yolu enfeksiyonunu %7’den %0,7’ye düşürmektedir.
Seyrek görülen bir kanser türü olmasına rağmen, penis kanserine yakalanma olasılığını belirgin bir şekilde azaltmaktadır.
AIDS dahil olmak üzere, cinsel temas yoluyla bulaşan hastalıklara yakalanma olasılığını belirgin bir şekilde azaltmaktadır.
Fimozis ve parafimozis oluşmasını engellemektedir.
Genital temizliği kolaylaştırır.
Sünnetli erkeklerin İnsan papillomavirus (HPV) enfeksiyonuna yakalanma riskini azalttığı bildirilmektedir. Sünnetsiz erkeklerin eşlerinde HPV’a bağlı kanser türü, sünnetli erkeklerin eşlerine göre 2,5 kat daha sık görülmektedir.[38]


Sünnet Hakkındaki Tartışmalar

Bugün Dünyada tartışmasız en çok yapılan cerrahi operasyon sünnettir ve erkeklerin yaklaşık ’si sünnetlidir. MÖ 2300 yıllarına ait Mısır mumyalarının sünnetli olduğu ve duvar resimlerinde sünnetin bir gelenek olarak uygulandığını gösteren bulgulara rastlanılmıştır. Bu kadar eski tarihi olan bir işlem konusunda, dini inanış ve gelenek farklılıkları, maddi sebepler ve bilimsel verilerdeki farklı görüşler nedeniyle halen tartışmalar devam etmektedir.[38]

Cumhuriyetin ilk yıllarında sünnetin yasaklanmasını isteyenler olmuştur. Dr. Kadri Reşit Paşa ve Doktor Nazım Şakir, sünnet hakkında konuşmalar yapmış, hatta Dr. Nazım Şakir, "Artık medeni olduk. Her gün banyo yapıyoruz. Bu yüzden de sünnete gerek kalmadı." yönünde düşüncelerini ifade etmiştir. Dr. Miralay Asaf ve Dr. İhsan Hadi beyler ise sünnetin lehinde konuşmuşlardır.[92] Dr. Rıza Nur, bu konuda "Fenn-i Hitan" adında bir kitap yazmış, [93] ve sünnet işlemi devam etmiştir.[94][24]

1934 yılında Türkiye Tıp Encümeni’nde Operatör Doktor Prof. Cemil Topuzlu sünnet konulu bir bildiri sunmuştur. “Güya sünnetin temizlik bakımından faydası varmış; sünnetsizlik yüzünden hastalıklar oluyormuş” diyerek söze başladığı sunumunda, sünneti ileride apandisiti patlar diye bütün çocukların apandisitlerini çıkarmaya, tırnak arasında kir birikiyor diye tırnaklarını söktürmeye benzetmiştir.[95][10]

1989 yılında Amerikan Pediatri Akademisinin sünnetle ilgili görev komisyonu, yenidoğan sünnetinin potansiyel tıbbi faydaları ve avantajları yanında, risk ve dezavantajları da olduğunu deklare ederek, girişim öncesinde ebeveyne bunların anlatılmasını önermiştir.[96]

Son yıllarda özellikle İngilizce konuşan toplumlarda ve bilim çevrelerinde yeni doğan dönemindeki çocukların sünneti ile ilgili tartışmalar dikkat çekmektedir. Tartışma, sünneti savunan ve karşı çıkan görüş olarak iki başlık altında gerçekleşmektedir ve işlemin taşıdığı komplikasyon riskine ve ailenin isteğine bağlı yapılan işlemde onam/olur konularına odaklanmaktadır. Sünneti savunan görüşte; sünnetin, HIV ve diğer cinsel yolla bulaşan enfeksiyon hastalıklarının geçişinde ciddi bir azalmaya neden olduğuna dikkat çekilmekte ve bu kadar önemli bir yararın görmezden gelinemeyeceği belirtilmektedir 1,5. Ayrıca, yeni doğan dönemindeki çocuklarını aşı yaptırmak için karar veren anne ve babaların, sünnet işlemine göre çok daha ciddi bir yan etki riskine karşın olur verdiklerine dikkat çekmektedir. Sünnet işleminden kaynaklanan ağrı ve ağrının yönetimi problemi hakkında ise iyi düzenlenmiş bir anestezi protokolü ile sorunun üstesinden gelineceği ve işlem nedeniyle çocuğun ağrı çekmeyeceği vurgulanarak, sünnete karşı çıkan grubun ağrı ile ilgili argümanı savunucu grup tarafından çürütülmeye çalışılmaktadır. Karşı çıkan grup ilk olarak bu uygulamanın antik ve dinsel köklerinin olduğunu dile getirerek, günümüz tıp anlayışında sünnet için sınırlı sayıda endikasyon bulunduğunu ve bu gerekçelerle bu uygulamanın kabul edilemeyeceğini ileri sürmektedir. Ayrıca bu görüş, sünnet savunucuları tarafından ileri sürülen argümanların günümüz dünyasında temelini kaybeden antik gerekçelerin rasyonalizasyonu olduğunu ifade etmektedir. Bu işlem için karar verici olan anne ve babanın dinsel inancının öncelendiği, çocuğun bu işlemde bir söz hakkının olmadığı belirtilmektedir. Uluslararası yapılan mücadele sonucunda kızlar için sünnetin gerileme gösterdiği, buna karşılık mevcut durumda erkek çocuk sünnetinin devam ettiği ve bunun bir cinsiyet ayrımcılığı olduğu iddia edilmektedir. Başta HIV olmak üzere, cinsel yolla bulaşan hastalıklarla mücadelede eğitimin önemli bir araç olduğu, bununla birlikte bilimsel olarak ispat edilmesi durumunda bu amaçla sünnetin ileri yaşlarda anne ve babanın dinsel seçimi yerine, kişinin kendi seçimi olarak yapılmasının daha kabul edilebilir bir durum olarak görüldüğü belirtilmektedir.[97]

Musevi bir araştırmacı olan Goodman, çoğu Musevi’nin inandığının aksine, sünnetin Musevi kimliğinin temeli olmadığını öne sürmüştür. Artık Yahudilikte sünnet inancının değişmesi gerektiğini vurgulamıştır. Goodman sünneti “çocuklara uygulanan şiddetin bir formu” olarak tarif etmiş ve sünnet olmayan çocukları “tam Musevi erkek çocukları” olarak tanımlamıştır.[10]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Teşekkürler