Süreç içerisinde Kur'an'ın yorumuna dair farklı fırkaların görüşlerini yansıtan tefsir ekolleri doğdu. Bu oluşum safhasında mutasavvıflar da kendi görüşlerine uygun düşen tefsirleri topladılar. Yaşadıkları zevk haline göre âyetlerden manalar çıkardılar.
Bu tefsire, ilk anda akla gelmeyen, fakat tefekkürle, ayetin işaretinden kalbe doğan mana anlamına gelen işârî tefsir adını verdiler. Böylece diğer tefsir ekolleri yanında mutasavvıfların görüşlerini yansıtan Tasavvufî işârî tefsir okulu doğmuş oldu.
Mutasavvıflar, Kur'an-ı Kerîm'in Kehf Sûresi'nde anlatıldığı üzere öğrenme ile elde edilen bilgiden ayrı olarak Allah tarafından insana lûtfedi-len ledünnî bir ilmin varlığını kabul ederler. Hıdır (as)'a verilenin de bu ilim olduğu kabul edilir. Onlara göre işin iç yüzünü gösteren bu ilmi, gizli karakterinden dolayı ilk anda Hz. Musa'da anlayamamıştı. İşte sufîler, yaptıkları riyazet ve ibadetler sonunda böyle bir ilme ulaştıkları görüşündedirler. Sûfiler, kazandıkları bu gizli bilgiyi herkesin hazmedemeyeceğini, insanları yanlış bir anlayışa sevk etmekten kaçınmak için de kalplerine doğan bu bilgiyi kapalı bir üslûp ile remiz ve işaret yoluyla ifade ettiklerini söylemektedirler. Bundan dolayı yaptıkları tefsirlere "tefsir" değil, "işaret" adını vermişlerdir. Bunun için tasavvufî tefsire işârî tefsir de denmiştir.[1]
“İşârî tefsir terminolojisinin en temel terimi olan ‘işâre', ‘ibâre'nin zıddıdır. Esasen işâre-ibâre terimleri arasındaki ilişki, zâhir-bâtın ilişkisiyle aynıdır. Tassavvufî terminolojide zahire denk düşen ibâre, toplumsal uzlaşımın ürünü olan beşerî dile delâlet eder. İşaret ise, bâtını temsil vasfıyla, ilâhî dili sembolize eder.” [2]
Kanaâtimizce İşârî tercihin kabulleri, çıkarımlarını, “kendi anlam dünyalarının sembolleri”ne endekslemeleri ilgili yargıları oldukça tartışmalı duruma sokmaktadır.[3]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Teşekkürler