Vatikan'ın Gerçek Yüzü ve Dinler Arası Diyalogda Varılan Nokta

Dünyaya yön veren etkili güçler, yıllardır İslâm'ı şiddetle ve terörle ilişkili, Müslümanları da barbar olarak göstermek için olağanüstü çaba harcıyorlar. Bugün yeryüzünde bizatihi Rasûlullah (s.a.v.)'in tebliğ edip, sahabesine öğrettiği İslâm ile insanların kafalarında şekillenip algılanan İslâm arasında uçurumların olduğu açıkça ortadadır. Bu açıdan bakıldığında İslâm düşmanlarının aleyhte propagandalarının sonuç verdiği söylenebilir. Kendi iç sorunlarıyla boğuşan İslâm dünyası, yüksek sesli ve entrikalar dolu bu propagandalara etkili ve ikna edici cevap vermekten çok uzaktır.



Sizler neler düşünüyorsunuz ve nelerle meşgulsünüz bilmiyorum; ama dünyada gelişen hadiselere baktığınız zaman fark edeceğinizi umduğum Müslümanların kalplerini hüzne boğan olay ve açıklamalara her gün bir yenisi eklenmektedir. Son zamanlarda gün geçmiyor ki İslâm'a laf atılmasın, âlemlere rahmet olarak gönderilen Kainatın Efendisi Rasûlullah (s.a.v.)'e dil uzatılmasın ve dünyada 1.5 milyarı aşkın nüfusa sahip Müslümanlara hakaret edilmesin.

İşte onlardan birkaç tanesi; 11 Eylül olayları sonrası Bush'un, küresel işgal hareketini başlatmak için kullandığı "Haçlı Savaşı" beyanatını, kısa bir süre önce kullandığı "Faşist İslâmcılar" hezeyanını nasıl unutabiliriz. Ve yine 2006 Nisan ayında Danimarka Kraliçesi II. Margrethe'in; "İslâm'ın meydan okuyuşuyla karşı karşıyayız. Artık İslâm'a karşı muhalefetimizi göstermenin zamanı geldi." dediğini. Bunların hemen arkasından Rasûlullah (s.a.v.)'e çirkin çizgilerle yapılan saldırı nasıl unutulabilir ki!

Bu meyandaki hücumların Müslümanlarda oluşturduğu yara her geçen gün derinleşmektedir. İşte bu kanayan yaraya bir yenisi daha eklendi. Son olarak Roma Katolik Kilise'nin güya barış elçisi Papa, İslâm'a karşı tarihî kinini kusarak bu yaraya kezzap dökmeyi başardı.

Papa'nın İslâm'a karşı söylediği sözler tüm dünyada derin yankılar uyandırdı, İslâm dünyasını ayağa kaldırdı; Vatikan kendince İslâm dünyasından güya özür diledi; ama kimse bu özre kulak asmadı. Çünkü onların bu özürlerindeki samimiyetsizlik ortadaydı. Tabi bu gelişen hadiseleri çok fazla garipsememek lazım. Çünkü Papa, Sovyetler'in yıkılışından sonra Huntington'un [1] Amerika'yı canlı ve dinamik tutmak için oluşturduğu “Hristiyan-Müslüman çatışması kuramı”na uygun davranıyor. Zaten karikatür krizi de bu amaçla icat edilmişti. Yani Amerika'nın dünya liderliğinin devamı ve pekiştirilmesi için bir düşmana ihtiyaç var. İşte 11 Eylül olaylarıyla bir şekilde başlangıç yapan krizler silsilesi sayesinde Amerika, yandaşlarını etrafında kolayca toplayacak ve stratejik hedeflerine kolayca saldıracak bahaneler bulabiliyor. Nitekim Papa'nın açıklamaları, Bush'un "İslâmofaşistler, çağımızda Hitler gibi tehdit oluşturuyorlar" tezinin hemen üzerine geldi.

İslâm coğrafyasının çeşitli yerlerinde hâlen sürmekte olan katliamların, eşi benzeri görülmemiş vahşetin ya bizzat tetikçisi, bombacısı ve bombalayıcısı durumunda olan ya da aktif destekçisi olan saldırgan bir dünyanın din adamı rolündeki bir adam hiç sıkılmadan, utanmadan, ellerinden damlayan Müslüman kanına bakmadan tüm dünyaya şöyle seslenebiliyor: "İslâm'da Tanrı o kadar soyut ki, akıl ile Tanrı arasında bağ yok. İslâmî cihad akla ve Tanrı'ya karşıdır." Sonra da söylediklerini teyit sadedinde 14. yüzyılda Bizans İmparatoru İkinci Mihail Paleologos ile bir Fârisî bilge arasında güya cereyan eden, İslâm'a karşı Hıristiyanlığı savunma amacıyla kaleme alınmış hayali diyalogu ele alan eserden aktarmada bulunuyor. Buna göre Paleologos, Müslüman muhatabına seslenerek; "Bana Muhammed'in getirdiği yenilikleri göstersene! Sadece kötü ve insanlık dışı şeyler bulacaksın. Tıpkı vaaz ettiği dinin kılıç gücü ile yayılması emrini verdiği gibi..." demiş.

Papa, sözlerinin devamında ise İslâm dünyasındaki şiddet olgusuna atıfta bulunarak; "Dine davet için, şiddet ve tehdit yerine, iyi konuşma kapasitesi ve doğru akıl yürütme gerekir..." diyor ve böylece akılcılığını ve hümanistliğini beyan ediyor.

Aslında bu seviyesiz, edepsiz ve de terbiyesiz sözler, yüzyıllardır sürmekte olan “Haçlı kini”nin en yetkili ağızdan dış dünyaya bir kez daha yansımasıdır. Bu alçakça ifadeler, Papa'ya ve temsil ettiği dünyaya pek de yakışıyor doğrusu!

Papa'nın İslâm'a yönelik iftiralarına, cihat kavramı ile şiddet ve aşırılık arasında bağlantı kurmalarına cevap verecek değiliz; ancak şayet konu dinî şiddet veya din adına şiddet ise, tarihin en çirkin ve barbar savaşlarını Hıristiyan Batı'nın Hıristiyanlık adına başlattığını Papa'nın çok iyi bildiğinden hiç kuşkum yok. Durum sadece çirkin vahşi Haçlı savaşlarıyla sınırlandırılamaz. Aksine konu Batı emperyalizmi döneminin savaşlarına, Batı'nın bugün yine dinî gerekçelerle açtığı savaşlara kadar uzanmaktadır. Haçlı seferleriyle İslâm ülkelerini ve hatta Roma'yı yağmalayıp kan gölüne çeviren, I. ve II. Dünya Savaşlarında yüz milyonlarca insanı katleden ve bugün Filistin, Irak, Afganistan, Lübnan, Bosna gibi yerlerde vampirlerden beter kan döken, savaş teknolojisini üreten, “vahşi” unvanına sahip Batı terörist olmuyor da; kelime manası sulh, barış, emniyet, selâmet olan İslâm'ın ahlâkını alan bir Müslüman nasıl fundamantalist, terörist olabiliyor? Tarih okuyan herkes bilir ki; Hıristiyanlık tarihi, Hıristiyan veya aynı mezhepten olmayanları dinlerinden ve mezheplerinden döndürmek için yapılan baskılar, savaşlar ve katliamlarla doludur; ama İslâm tarihinde “Ya Müslüman olacaksın, ya da öleceksin” şeklinde bir dayatmanın tek örneği bulunamaz. Cihad ve fetihler ise zorla dine sokma savaşı değildir.

Papa'nın bu sözleri yıllardır insanlara süslenerek sunulan ve dinler arasında kurulmaya çalışılan diyalog hikâyesini de sıkıntıya sokmuştur. Bilindiği gibi modern dünyada misyonerliğin geleneksel tarzda yürütülmesinin zorluğunu fark eden Katolik Kilisesi, "dinler arası diyalog" kavramını gündeme getirerek, Papa VI. Paul, 6 Ağustos 1964'te ilan ettiği “Ecclesiam Suam” isimli bildirisinde diyalogdan bahsetmiş ve böylece diyalog kavramı Konsül dokümanlarına girmiştir. Dokümanda, Kilise'nin İncil'i yayma görevinde dinler arası diyalogun yeri izah edilirken, diyalog ile "insanların kurtuluşu" arasında bağlantı kurulmaktadır. Dokümana göre, Tanrı tüm insanların kurtuluşunu plânladığı için Katolik Kilisesi, herkesle diyaloga girmek ve onların ihtidasını sağlamak zorundadır. Çünkü Kilise, kurtuluşun evrensel aracısıdır. Papa VI. Paul bu bildirisinde, Kilise'nin içerde ve dışarıda bütün insanlarla diyaloga girmesini ve bunun için daima hazırlıklı olmasını bildirmiştir. Papa, bunun gerekçesini açıklarken, Kilise'nin bütün insanlık için olduğunu, dolayısıyla diyalogun bütün insanları kurtuluşa ulaştırma diyalogu olduğunu belirtmiştir. Yani, Papa'nın anlayışına göre kurtuluş, Katolik Kilisesi'nden geçmektedir. İnsanları Katolik Kilisesi'ne yaklaştırabilmek için onlarla diyaloga girilmelidir.[2]

Papa II. John Paul de, dinler arası diyalogun Kilise'nin insanları dinlerinden döndürme (evangelizasyon) görevinin bir parçası olduğunu belirtmiştir.[3] Papa II. John Paul başka bir mesajında; “Birinci bin yılda Avrupa Hıristiyanlaştırıldı. İkinci bin yılda Amerika ve Afrika. Üçüncü bin yılda hedef Asya'dır.” [4]

Dinler arası diyalogun mimarlarından olan Montgomery Watt da Katolik Kilisesi'nden farklı şeyler söylememektedir. "Modern Dünya'da İslâm Vahyi" adlı çalışmasında diyalogun olabilmesinin temel unsuru olarak; "Benim dinim son dindir.” inancından vazgeçmenin gerektiğini savunmaktadır.[5] Watt, Kur'ân'a açıkça ters düşen böyle bir hezeyanın ehl-i sünnet çevrelerince benimsenmeyeceğinin bilincindedir. Bu yüzden Watt, Müslümanları Endülüs'te İbn-i Tufeyl ve İbn-i Rüşd'ün temsil ettiği "felsefî İslâm'a" çağırmaktadır.

Diyalog yanlısı Katolik Kilisesi ve onun yandaşlarının amaçlarının hangi yönde olduğunun verdiğim birkaç örnekle anlaşılacağını ümit ediyorum. Durum böyle olduğu hâlde İslâm Dünyası'nda bazı kesimler tarafından gündemde tutulmaya çalışılan “dinler ve medeniyetler arası diyalog” meselesinin faydasız olduğunu anlamalıyız. Çünkü “Müslümanların hiçbir zaman Kiliselerin inandığı gibi, Hz. İsa'yı Tanrı olarak tanımayacakları muhakkaktır. Ayrıca Kurân-ı Kerim'in 1400 sene önce Peygamber'e hitaben bildirdiği şu hususun yürürlükten kalkmayacağı da anlaşılmalıdır: “Sen onların dinlerine uymadıkça, ne Yahudiler ve ne de Hıristiyanlar asla senden razı olmazlar. De ki, ‘Allah'ın yolu asıl doğru yoldur.' Sana gelen ilimden sonra, eğer onların arzu ve keyiflerine uyacak olursan, bilmiş ol ki, Allah'tan sana ne bir dost, ne bir yardımcı vardır.” [6]

O halde Hıristiyan ve Yahudilerin “Biz Allah'a inanıyoruz!” demeleri ve diyalogcuların “Allah'ta buluşalım!” teklifleri ilmî ve itikâdî mesnetten mahrum, zandan başka bir şey değildir. Nitekim Hıristiyanlar; “İsa Allah'ın oğludur.” diyerek ve ona Ruhu'l-Kudüs'ü de eş koşarak üçleme, yani teslise sapmışlardır. Yahudiler de keza “Üzeyr Allah'ın oğludur.” demektedirler. Kuran literatüründe ve akaid esaslarında bu hâl açık şirk olarak tanımlanır.

Buradaki sözlerim bazı kimseler tarafından diyalog karşıtı radikal söylemler olarak algılanmasın. Bu yaklaşım diyalog istemediğimizden dolayı değil. Zira İslâm başka dinlere ve mensuplarına saygı gösteren en mükemmel dindir. Fakat Batı'nın şu an öngördüğü, bir başka ifade ile Batı'nın Müslümanlara dilediklerini dayatacakları bir araç olarak kullandıkları diyalogu kabul edilemez görmekteyiz. Zannediyorum sizler de farkındasınızdır; son yıllarda sayısı artarak devam eden diyalog faaliyetleri; Müslümanlara has olması gerekirken bu dinden olmayanlara da özel olarak tertiplenen diyalog iftarları, bunca harcamalar ve onların hezeyanlarla dolu muharref kitaplarının Kurân'la karıştırılmasını sağlamışken, bizzat Vatikan'ı Efendimiz (s.a.v.)'e hakaret etmekten vazgeçirememiştir. Demek ki, diyalog misyonu tek taraflı çalışan, bâtılı hak seviyesine çıkarmaya çalışan bir misyondur.
İşte bir Ramazan ayı daha geldi. Merak ediyorum; papazlı, hahamlı iftar sofralarında oruçlarını açan bu insanlar geçtiğimiz Ramazan'da Felluce'de Haçlı birliklerinin mangalar halinde camilere dağılarak yaptıkları katliamı hatırlayacaklar mı acaba? Altından çocuk cesetlerinin çıkarıldığı enkaza aslında insanlığın gömüldüğünün farkındalar mı? Bombardımandan her nasılsa yaralı kurtulmuş olan Müslümanları yakın plandan katletmeleri, diyaloga kimlerin kurşun sıktığı konusunda bir fikir vermiyor mu?

Ve son bir söz; (Yahudi ve Hıristiyanlardan) dost edindiklerinizin, onlardan olmadıkça sizden memnun ve razı olmayacaklarını da unutmayın!

Kaynaklar

[1] Samuel Huntington, The Clash of Civilisations / Medeniyetler Çatışması, Foreign Affairs. Vol. 72, Summer 1993.
[2] Dialogue and Proclamation: Reflections and Orientations on Interreligious Dialogue and Proclamation of the Gospel of Jesus Christ, Bulletin No. 77 (1991). Ayrı basım, Vatican City 1991, s. 224-227.
[3] Marcello Zago, Interreligious Dialogue, Following Christ in Mission, s. 105.
[4] Papa II. John Paul'ün 24 Aralık 1999'taki Milenyum Mesajı.
[5] M. Watt, Modern Dünya'da İslâm Vahyi, çev. Mehmet S. Aydın, Hülbe yay., Ankara 1982, s.167.
[6] el-Bakara, 2/120.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Teşekkürler