«Süleyman'ın hükümranlığı hakkında şeytanların (ve şeytan tıynetli insanların) uydurdukları yalanların ardına düştüler. Oysa Süleyman (büyü yaparak) küfre girmedi. Fakat şeytanlar, insanlara sihri ve (özellikle de) Babil'deki Hârût ve Mârût adlı iki meleğe ilham edilen (sihr)i öğretmek suretiyle küfre girdiler. Halbuki o iki melek, "Biz ancak imtihan için gönderilmiş birer meleğiz. (Sihri caiz görüp de) sakın küfre girme" demedikçe, kimseye (sihir) öğretmiyorlardı. Böylece (insanlar) onlardan kişi ile karısını birbirinden ayıracakları sihri öğreniyorlardı. Halbuki onlar, Allah'ın izni olmadıkça o sihirle hiç kimseye zarar veremezlerdi. (Onlar böyle yaparak) kendilerine zarar veren, fayda getirmeyen şeyleri öğreniyorlardı. Andolsun, onu satın alanın ahirette bir nasibi olmadığını biliyorlardı. Kendilerini karşılığında sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bilselerdi.» (Bakara Sûresi, âyet 102)
Büyü, en eski cemiyetlerden günümüzün modern toplumlarına kadar câzibe ve gücünden hiçbir şey kaybetmeden gelebilen, nâdir kültür kalıntılarından biridir. Hatta denilebilir ki, din boşluğunun had safhada olduğu günümüz dünyasında, büyünün esirleri, eskiye göre daha fazladır.
Kızına kısmet bulmak ya da kocasını evde tutmak için büyüye başvuran dünün saf kadını, bugün yerini, rakiplerini alt etmek için "kara büyü" yaptıran işadamlarına bırakmıştır. Büyücünün tipi ve kimliği de değişmiştir bu arada. Artık eskinin külahlı ve süpürgeli sefil büyücüsünün yerine karşınızda şık giyimli, entel tipli ve ağzı bolca laf yapan günümüzün "çağdaş cadıları" vardır. Bunlara meslekleriyle ilgili bir şey sorarsanız, bol latince kelime duyarsınız. Size eskiler gibi "yıldızname" demezler; "astroloji" derler. "Büyü" demezler; "maji" derler. Bakıcı demezler; "klirvoyant" derler. Ancak bunlara bakarak Ziya Paşa'nın
«Ayinesi iştir kişinin; lâfa bakılmaz
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde."
beytini hatırlamamak mümkün mü? Siz, eşek tersinden, baykuş kanından, yarasa kanadından, kurbağa salyasından ve insan tırnağından büyü yapsanız, adına da sihir veya maji derseniz ne fark eder? Necasetin de her dilde bir karşılığı vardır.
Büyünün İslâmî hükmüne geçmeden önce, hangi gayelerle yapıldığına bakmakta fayda vardır.
Gizli ilimler konusunda pek çok kitabı bulunan Faslı âlim Muhammed bin Hacc el-Tilimşâî el-Mâlikî, Kahire'de hicrî 1291 yılında basılmış olan "Şümûsü'l Envâr" adlı kitabında büyünün yapılış gayelerini tafsilatıyla yazmıştır. Bu bahsi, söz konusu kitaptan özetleyerek tercüme edelim;
Sihrin (büyünün) 30 çeşidi vardır. Başlıcaları, şu gayeler için yapılır:
Karı ile kocayı ayırmak için.
Bekarların evlenmelerine engel olmak için.
Aile reisinin çoluk-çocuğuna kötü davranması için.
Evcil hayvanlarının telef olması için.
Süt veren hayvanların sütlerinin çekilmesi için.
Koyun, keçi, deve ve sığırların döllerini düşürmeleri için.
Kadınların kısır kalmaları veya çocuklarını düşürmeleri için.
İnsanların hastalanmaları veya ölmeleri için.
Kadınların hep kız doğurmaları için.
Erkeklerin cinsî güçlerini bağlamak için.
Kadınların kocalarını reddetmeleri için.
Mal ve ticaretin kesatlığı için.
Bir arada yaşayan insanları dağıtmak için.
Bir kimsenin gurbetten vatanına dönememesi için.
Kişiyi, insanlar önünde hor ve hakir yapmak için.
Mevki sahibi insanları azlettirmek için.
Tarla veya bahçenin ürün vermemesi için.
Birbirini sevmeyen insanlar arasında suni (yapay) sevgi meydana getirmek için (mesela bir kadın ve bir kızı cezbetmek, kendine aşık etmek için)
Görüldüğü gibi insanların ihtiyaç (!) duyup da büyüye başvurmadığı konu yok gibidir. Bu ŞEYTANİ tedbir, neredeyse "her derde deva" veya "her eve lazım" hale getirilmiştir. İş böyle iken, zaman zaman hepimizin kafasını kurcalayan bir soru vardır: Sihrin hakikati, yani eşya ve hadiseler üzerinde iddia edildiği gibi tesiri mevcut mudur? Kurân-ı Kerîm'in bu husustaki âyetlerine müracaat ederek soruyu cevaplamaya çalışalım:
"(Büyü yapmak için) düğümlere üfleyen kadınların şerrinden..." (Felak Sûresi)
"Halk, zevc ile zevceyi birbirinden ayıran şeyleri o ikisinden (Harut ile Marut'tan) öğreniyorlardı." (Bakara Sûresi, 102)
Görülüyor ki, sihir, vâkîdir. Yani, hakikati vardır. Aksi takdirde Cenab-ı Hakk'ın (C.C.) bizi hayâlî bir şerden KENDİSİNE (cindara, medyuma, ya da adına hoca diyen kişilere DEĞİL!) sığınmaya davet etmesi akla gelir ki, O, bundan münezzehtir. Ayrıca ikinci ayetle karı-kocanın aralarının açılabileceği gayet net belirtilmektedir. Çünkü bu ayet, sihir mevzuunda nazil olmuştur. Hatta Resulullah'a büyü yapıldığı, Zât-ı Nebevîlerinin bundan rahatsız olduğu ve Felak ile Nâs sûrelerinin bunu izâle etmek için indiği, pek çok tefsir kitabında yer almış bulunmaktadır.
PEKİ SİHİRBAZ, BU YOLLA İSTEDİĞİ HEDEFLERİN TAMAMINA ULAŞABİLİR Mİ? ELBETTE Kİ HAYIR! BAŞKA BİR AYET-İ KERİME, BU SUALİ CEVAPLAMAKTADIR: "ALLAH (C.C.)'NİN İZNİ OLMADIKÇA, SİHİRBAZLARIN BÜYÜSÜ, HİÇ KİMSEYE ZARAR VERİCİ DEĞİLDİR." (BAKARA SURESİ, 102)
Bu âyet, bir taraftan "mefhûm-u muhalifiyle" sihrin hakikatine temas ederken, diğer taraftan, onun sebepler âlemindeki yerini ve SINIRINI tayin etmektedir. YANİ, SİHRİN TESİRİ; MUTLAK DEĞİLDİR, MÜMKÜNDÜR. BU YOLLA BİR KİMSEYE ZARAR VERME İHTİMALİ VARDIR; ANCAK BU HUSUS, CENAB-I HAKK'IN TAKDİR ETMESİ GEREKİR. Başka bir deyişle sihri, ateşin yakması ya da suyun ıslatması gibi âdet-i ilâhiyeden değildir. TESİRİ, HUSUSİ MÜSAADEYE TABİDİR. TIPKI İLACIN ŞİFA YÖNÜNDEN TESİRİ GİBİ... O halde halkta yaygın olduğu gibi, "Sihirbazlar, büyü ile her istediklerini yapabilirler." diyen kimse, küfre düşer (kâfir olur). Ancak sihri büsbütün reddetmek de doğru değildir. Doğru olan, "Allah (C.C. takdir etmişse tesir eder." demektir.
Gelelim büyü yapan kimsenin durumuna: Büyünün hükmü, bu maksatla yapılan işin hükmüne tabidir. Eğer çoğunlukla yapıldığı gibi, şirk olan sözleri telaffuz veya mukaddesatı tahkir gibi fiiller işleniyorsa, bu yolla büyü yapan kimse, küfre girer ve şirke girer. Nitekim aşağıdaki ayet, bu tür sihrin hükmünü açıklamaktadır:
"Süleyman (A.S.), sihir ile kâfir olmadı; fakat şeytanlar, kafir oldular." (Bakara Suresi, 102)
Şu hadis-i şerif meali de çok düşündürücüdür: "Bir müminin imanı çıkmadıkça, yaptığı sihir, tesir etmez."
Ancak sihir yapılırken işlenen fiiller, sadece günahı gerektiriyor ise, böyle bir sihri yapmak ve yaptırmak, BÜYÜK GÜNAHLARDANDIR. Bu arada çok mühim bir hususa da temas etmekte büyük fayda görmekteyiz. GAYENİN MEŞRU OLMASI, VASITAYI MEŞRU KILMAZ. YANİ KARI İLE KOCAYI BİRLEŞTİRMEK GİBİ ULVİ BİR MAKSATLA DAHİ OLSA; HİÇBİR SURETLE BÜYÜYE BAŞVURULAMAZ. İSLAM'DA BÜYÜYÜ AK BÜYÜ, KARA BÜYÜ DİYE AYIRMAK, MÜMKÜN DEĞİLDİR. BÜYÜNÜN TAMAMI, KARADIR!
Büyüye hedef olan ve zarar gören bir Müslüman'ın yapacağı tel şey, Kurân-ı Kerîm tilaveti ile o zararı halk edene sığınmaktır. Mü'minin mü'mine duası, müstecâb olduğundan, itikadı sağlam ve bu hususta ilmi olan kimselere müracaatta fayda vardır. BÜYÜ BOZDURMAK İÇİN PAPAZLARA VEYA İTİKAD AMELİ BOZUK HOCALARA (!) GİTMEK VE BUNLARIN VERDİĞİ REÇETELERİ UYGULAMAK, HİÇBİR ŞEKİLDE CAİZ OLAMAZ: ZİRA, İDRAR İLE TEMİZLENMEK, MÜMKÜN DEĞİLDİR.
Cenab-ı Hak'tan, bu hususta halkımıza intibah ihsan etmesini (ve böylece büyüye başvurup da ahiret hayatlarını tehlikeye atmamalarını) niyaz ediyoruz...[1]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Teşekkürler